Mukaddimât–ı Erbaa Geleneği

Asım Cüneyd Köksal

Asım Cüneyd Köksal



İslâm medeniyetinin zengin birikimi içerisinde teorik ahlâk meseleleri yalnız belirli bir türe münhasır olmanın uzağındadır. “Ahlâk” başlığını taşıyan ve amelî hikmetin (pratik felsefe) bir kısmı olan ilm–i ahlâk bu meseleleri yalnız belirli bir düşünce geleneği içerisinde ve muayyen bir bakış açısıyla inceler. Erdem ahlâkı geleneği içerisinde insan fiil ve amellerini felsefî açıdan inceleyen filozoflar ilâhî vahyi ve şeriatı felsefenin her şeyi kuşatma iddiasındaki söylemi içerisine yerleştirmek ve rasyonalize ederek açıklamak çabasında bulunmuşlar ve peygamberi yasa koyucu olması açısından incelemişlerdir.1 Bunun yanı sıra fıkıh ilmi (fürû ve usûl) insan amellerini, Allah katındaki hükümlerine ulaşmak gayesiyle ahlâkî ve hukukî yönlerini –modern anlamda– tefrik etmeden inceleme konusu yapmışlardır. Yani fıkıh fiillerin hem dünyevî hem uhrevî sonuçlarının aynı bağlamda ifade edildiği bir normatif düzenin ilmidir. Nitekim fıkıh, fiillerin dünyevî ve uhrevî hükümlerini belirlediği gibi, bunların hüsn ve kubh ile alâkalarını ortaya koymak suretiyle iyi veya kötü olduklarını da tespit eder. Yani iki farklı değerlendirme kriteri, tek bir sistem içerisinde mündemiçtir.

Dolayısıyla fıkıh ahlâktan yalıtılmış olarak yalnız eylemlerin dış yönünü incelemekle yetinen bir ilim olmayıp, fiilleri hem hukukî hem de ahlâkî cihetten ele almaktadır. Bir fiilin hükmünün ne olduğunu söylemek fıkhın vazifesi olduğu gibi, bir fiilin iyi veya kötü olduğunu söylemek de fıkhın (ve bunun temellendirmesi fıkıh usûlünün) vazifesidir. Bununla birlikte fiilleri ahlâkî cihetten incelemenin yalnız fıkha mahsus değildir, tasavvufta da (Sadruşşeria’nın “ahlâk–ı bâtıne ve melekât–ı nefsâniye” dediği) “vicdâniyyât” sahası ele alınır ki, bireyin insânî yetkinlik ufkunda gerçekleştirdiği derûnî durum ve dönüşümler konu edinir. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun