John Stuart Mill ve Hürriyet Düşüncesi Üzerine

Dursun Çiçek

Dursun Çiçek



Belki de insanın doğasını keşfetmekle başladı her şey… Modern düşünce ekseninde insanın özneye ve bireye dönüşmesi, aşkın olanın içkin olanda temsili, yeni birey veya insanın varlığın merkezi haline gelmesi, özgürlük, irade, zorunluluk tartışmalarına başka açılımlar getirdi. Gittikçe Tanrı’dan, Kilise’den özgürleşen insanlar, devletin ve burjuvanın ve her ikisinin temellendirdiği bilim ve sanatın tutsağı olurken, Michelet’in Tanrı’dan başka her şeyin Tanrı olduğunu işaret ettiği günlerin sonucu yaşanıyordu bir bakıma.

Kulun yerini alan insanın doğası eski bağlamda kulluğu tutsaklık olarak nitelerken, yeni bağlamda insanın doğasını yeni zorunluluklarına ve tutsaklıklarına rağmen özgür olarak niteleyebiliyordu. Mesela bu bağlamda Tanrı’ya, Kilise’ye, dini otoriteye bağlılık tutsaklık olarak nitelenirken, devlete, egemen güçlerin değer yargılarına, bilimsel paradigmalara, sanatsal ölçülere uymamak, uyum sağlamamak bozgunculukla, anarşi ve terörle özdeşleştiriliyordu. Ancak devlet, siyaset, ticaret, halk çoğunluğunun eline geçtiğinde iş yine karışıyordu.

Rönesans’ın, Reform’un, Kapitalizm’in ve Aydınlanma’nın açtığı alan rasyonel insanı/bireyi/özneyi merkeze koyar ve tabii olarak her şeyi ona göre konumlandırır ve yeniden yorumlar. Ancak bütün bunlara rağmen söz konusu sürecin açtığı alan zaman zaman bireyin aleyhine gelişmelere sebep olur. İşte bu bağlamda bilim, sanat, felsefe, iktisat, kültür olmak üzere hemen her alanda bireyin/öznenin merkezîliği sık sık güncellenir. Bu süreçte yeni bireyin hakları açısından bilhassa liberal düşünürlerin özgürlük anlayışı dikkat çeker. Başta Bentham olmak üzere Mill ve benzerleri daha idealist bir liberalizmi savunurlar. Yine insanın doğasını özgürlüğün ya da başka deyişle özgürlüğü insanın doğasının merkezine koyarlar ve her şeyi buna göre yeniden yorumlarlar.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun