Modern Sanatın İcadı ve Estetik Kriz

Dursun Çiçek

Dursun Çiçek



Güzelliğin on pare etmez bu bendeki aşk olmasa…

—Âşık Veysel

 

Larry Shiner, 2001 yılında yayımladığı Sanatın İcadı isimli eserinde sanat kavramının modern anlamda bir icat olduğunu savunur ve bu kavramın tarihsel temellerini inceleyerek sanatın nasıl bir kültürel kurum haline geldiğini analiz eder. Shiner, özellikle yaşadığı dönemin anti–modernist düşünürlerine benzer biçimde, sanatın bilhassa kastettiği bağlamıyla modern sanatın geleneksel bir gerçeklik olmadığını, aksine 18. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan bir sosyal ve ideolojik yapı olduğunu ileri sürer. Nitekim ona göre, günümüzde anladığımız “güzel sanatlar” kavramı, eskiden beri var olan bir gerçeklik değildir. Modern süreç öncesinde sanat ve sanatkârlar, içinde yaşadıkları toplumun bir parçasıdırlar. Sanatkârların ortaya koyduğu eserler, genellikle dinî, toplumsal veya pratik amaçlara hizmet eder. Sanat, hiyerarşik bir ayrım olmadan gündelik hayatın içindedir. Mesela, bir mimar ile bir marangoz arasında net bir ayrım yoktur. 

Shiner ve benzeri pek çok düşünüre göre, 18. yüzyılda Aydınlanma ve Sanayi Devrimi ile birlikte sanat kavramı yeniden tanımlanır. Sanat, ruhbanların aşkınlığına, klasik filozofların metafiziğine benzer bir biçimde otonom bir alan haline gelir. Eserler artık estetik haz ve hayal gücü için üretilir; sanatçılar dâhi ve yaratıcı statüsüne yükseltilir. Bu dönüşüm, kurumlar aracılığıyla pekiştirilir: Akademiler, müzeler, galeriler ve halka açık sergiler kurulur. Sanat, burjuva sınıfının bir aracı haline gelerek popüler kültürden ayrılır. Bunun uzantısı olarak da kapitalizmin ve bireyciliğin yükselişiyle birlikte bir tüketim nesnesi ve statü sembolü haline gelir.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun