Metafizik Tarihinde Bir Dönüm Noktası: el–İşârât

İbrahim Halil Üçer

İbrahim Halil Üçer



İbn Sînâ’nın (ö. 429/1037) hayatının sonlarına doğru, giderek Aristotelesçilikten uzaklaşan kendine özgü felsefî tutumunu yansıtmak üzere özlü bir şekilde telif ettiği ve sonraki dönemler boyunca İbn Sînâ felsefesinin nihaî yorumunda temel merci kabul edilen el-İşârât  mantık, fizik, metafizik ve metafiziğe mülhak bölümlerden oluşur. Eser İbn Sînâ’nın Kâkûyî emiri Alâuddevle’nin himayesinde Isfahan’da bulunduğu esnada, 421-25/1030-34 yılları arasında kaleme alınmıştır. 

İbn Sînâ’nın el-İşârât’ta inşa ettiği özgün metafiziksel gerçekçi tutum, kendisinden önceki Meşşâî/Peripatetik ve Yeni-Eflatuncu tutumlara nispetle yeni bir felsefî bakış açısı inşa eder. Metafiziksel gerçekçilikle âlemdeki şeylerin hem varlığının hem de ne iseler o şekilde varoluşlarının bizim onları düşünmemizden bağımsız bir şekilde gerçekleştiğini savunan felsefî tutum kastedilir ve bu tutumun anlamlı bir şekilde savunulabilmesi için gerçekçiliğin üç farklı seviyede nasıl inşa edildiğinin açıklanması gerekir. Bunlar varlık, bilgi ve anlam seviyeleridir. İbn Sînâ kendine özgü metafiziksel gerçekçi tutumunu, gerçekçiliği bahse konu üç seviyede yeniden yorumlayarak kurar. Buna göre söz konusu tutumu ontolojik kabuller açısından yorumlamaya başladığında İbn Sînâ, özlerin zihin dışı varlığıyla ilgili olarak Platon’un söz konusu özlere bağımsız varlık atfeden radikal gerçekçi, Aristoteles’in onlara yalnızca tikeller zımnında mevcudiyet atfeden ılımlı gerçekçi ve Yeni-Eflatuncular’ın özlerin gerçek anlamda ilâhî akılda var olduğunu savunan aklî gerçekçi tutumlarından uzaklaşır; varlık-mahiyet ayrımının sağladığı imkânlar üzerinden geliştirdiği kendinde mahiyet teorisiyle hariçte ve akılda bulunsa bile, bu bulunuştan kaynaklanan varlık tarzlarına bağışık bir öz fikri ortaya koyar. Bu öz Aristoteles’te olduğu gibi tikeller dışında var olmadığı için ılımlı gerçekçi tutumu yanısıtır; ancak Aristoteles’in aksine tikellerin temsil ettiği hâricî varlıktan kesin bir şekilde ayrıldığı ve zorunlulukla değil, imkânla karakterize edildiği için bu varlığı elde etmesini sağlayacak bir illete muhtaç olarak tasavvur edilir.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun