Fıkıh Usûlü

Muhammed Ali et-Tehânevî

Muhammed Ali et-Tehânevî



Mecmeu’s–sulûk isimli eserde geçtiği üzere, fıkıh usûlü ve fıkıh ilimleri, dirâyet ilmi olarak da adlandırılır. Fıkıh usûlünün iki tarifi vardır: Birincisi [usûl kelimesi ile fıkıh kelimeleri arasında gerçekleşen], izâfet açısından; ikincisi ise lakap yani fıkıh usûlü adının belirli bir ilmin lakabı olması bakımından yapılmış tariflerdir. İzâfet açısından yapılan tarif[i anlayabilmek için], muzaf olan usûlün ve muzaf ileyh olan fıkhın tarifine ihtiyaç vardır. İzâfetin kendisi ise burada, izâfî mürekkebin parçalarından sureti oluşturan konumundadır. Usûl, delillerdir. Çünkü asıl kelimesi terim olarak delil anlamında da kullanılır. Eğer usûl kelimesi herhangi bir ilme izâfeten kullanılıyorsa, bu durumda akla ilk gelecek olan bu mânâdır. Ancak burada usûl derken kastedilen, sözlük anlamıyla (lügavî) kayıtlanmıştır. Usûl kelimesi sözlükte, herhangi bir şeyin kendisine dayandığı unsur anlamına gelir. Çünkü dayanma; çatının duvarlara dayanması durumunda olduğu gibi her iki unsurun da duyusal olduğu duyusal dayanmayı içerdiği gibi hükmün deliline dayanması durumda olduğu gibi aklî dayanmayı da içerir. Usûl kelimesi aklî bir mânâ olan fıkıh kelimesine izâfe edildiğinde, buradaki dayanmanın aklî olduğu anlaşılır. Bu durumda fıkıh usûlü, fıkhın kendisine dayandığı ve istinat ettiği şey olmuş olur. Bir ilmin dayandığı ve istinat ettiği şeyin de onun delili olmaktan başka bir mânâsı yoktur. Fıkhın ne anlama geldiğini ise daha sonra göreceksin.

İzâfet, eğer muzaf, türemiş ya da bu kabilden bir kelime ise, muzafın mefhûmu bakımından muzaf ileyhe özgü olduğunu (ihtisâs) gösterir. Mesela, “meselenin delili” [tamlamasında geçen delil kelimesi], söz konusu meseleye, bu meselenin delili olmak bakımından özgü olan şeydir. Bu bağlamda fıkıh usûlü, fıkhın üzerine inşa edildiği ve dayandığı şey olmak bakımından fıkha özgü olandır. Bu mânâ daha sonra, tercih ve içtihat gibi meseleleri de içermesi amacıyla, aşağıda izah edilecek olan, fıkıh usûlünün belirli bir ilmin adı olması (lakabî) ve belirli bir zümre tarafından kullanıyor olması (örfî) bakımından taşıdığı mânâya nakledilmiştir. Bu bağlamda şöyle bir itiraz öne sürülmüştür: “Fıkıh usûlü” tamlamasını “fıkhın delilleri” şeklinde düşünüp daha sonra da belirli kaidelerin ilmi şeklinde lakabî mânâya nakletmeye gerek yoktur. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun