Bu yazıda Filistin–İsrail meselesi özelinde dijital imgenin nasıl kurgulandığı ve sömürüldüğü, medya ve temsil mekanizmalarının gücü nasıl yansıttığı mercek altına alınmaktadır. İsrail’in iktidar ilişkilerini sürdürme çabaları dijital teknolojilerin etkisiyle şekillenirken Filistin imgesinin faşizme, ötekileştirmeye ve kurgusallığa tâbi tutuluşu incelenmektedir.
İsrail, bölgesel ve küresel alanlarda gücünü sürdürebilme amacıyla hem maddî hem de medya düzleminde stratejik adımlar atmaktadır. Bu bağlamda dijital teknolojiler ve özellikle medya öne çıkan önemli unsurlardır. Medya, İsrail’in temsil mekanizması olarak rol oynamakta ve dijital imgeler üzerinden güçlü bir etki yaratmaktadır. Dijital imgeler, nesneleri doğrudan temsil edebilme özelliği sayesinde, geçmişte olduğu gibi günümüzde de herkesi ve her unsuru belirleme, tanımlama ve konum atfetme gücüne sahiptir. Bu bağlamda, Filistin’le ilgili oluşturulan imgeler genellikle radikal bir tavır sergileyerek ötekileştirici ve dışlayıcı bir dil kullanmaktadır. Filistin’in imgesi, her geçen gün daha da kötücül bir anlam taşıyarak radikalleştirilmekte ve terörle özdeşleştirilmektedir. Dijital platformlarda bu iddialar, sürekli olarak videolar, sosyal medya paylaşımları ve haberler aracılığıyla ifade edilmekte, gösterilmekte ve temsil edilmektedir. İmgenin, geniş bir düzlemde Ortadoğu’yu ve Ortadoğu toplumlarını belirli bir yönde sınırlaması, tek tip bir anlamı dayatması ve Filistin imgesinin de bağlamından koparılıp istenilen şekilde yeni bir form içinde inşa edilmesi söz konusudur.
Sadece 7 Ekim’den bu yana değil, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Filistin imgesi oldukça net bir biçimde terörize edilmiş ve insanlıktan çıkartılmıştır. Filistin tarafından yönetilen hastanelerin, okulların ve camilerin terör merkezi olduğu, dolayısıyla da teröristlerin orada korunduğuna yönelik iddialar dijital mecraların tamamında dillendirilmekte ve ifade etme kudreti hem söylem hem de temsil düzeyinde her seferinde yeniden inşa edilerek suçlu açığa çıkartılmaktadır. Gündelik ve toplumsal gerçeklikle uyuşmayan bu durum, yeni bir medyatik gerçeklik tarafından askıya alınmaktadır. Uluslararası medyanın manipülatif bir haber akışı kurgulaması soncunda, bir toplumun kendisini savunabilmesinin ve temsil edebilmesinin önüne geçilerek dijital faşizme maruz bırakıldığı fark edilmektedir. Dijital faşizm, her türlü otoriter ve baskıcı yöntemin dijital ortamlarda sürdürülmesini ifade ederken; bu yazı özelinde dijital faşizm, imge ve temsil düzleminde sömürünün kurgulanmasına atıfla ele alınmaktadır.
Dijital imge, uzun bir süredir hem haberlerde hem de medyanın her alanında, İsraillilerin masumiyetini ve saflığını vurgulamak amacıyla aktif bir şekilde kullanılırken, Filistinliler ise bu temsil mekanizmalarının dışında bırakılmakta ve doğrudan İsraillilerin oluşturduğu bir imge dizgesi içinde belirli bir anlama ve pozisyona mahkûm edilmektedirler. Bu dinamikleri anlayabilmek için 11 Eylül saldırıları sonrasında doğrudan Müslümanların içine hapsedildiği medyatik temsilleri hatırlamak yeterli olacaktır.
Gerçekliğin manipülatif bir biçimde inşası, medyayı ve sosyal medyayı büyük ölçüde belirleme veya etkileme potansiyeli taşıdığından, kitleleri küresel ölçekte bu algıya maruz bırakan bir bakış açısı ön plana çıkmaktadır. Dijital mecralarda muhalif seslerin ve olanakların sansürle ve baskıcı yöntemlerle ortadan kaldırılma çabaları, aslında dijital imgenin otoriter gücüyle doğrudan ilişkilidir. Filistin’e dair oluşturulan imge, başka bir görüşün veya bakış açısının ortaya çıkmasına izin vermemek suretiyle medyatik bilinci dijital düzlemde istediği gibi şekillendirmektedir. Dijital faşizm, içinde barındırdığı propaganda ve manipülasyon gücüyle yanıltıcı bilgileri, içerikleri ve sahte haberleri küresel topluma sürekli sunarak imgenin inşa edici gücünü ve bilgisini istediği ölçülerde kullanmaktadır. İmge aracılığıyla suçlu ve suçsuz arasında net bir ayrım yapılarak Filistinliler suçlanmakta; uluslararası toplum, bilinçli bir şekilde tüm dijital mecralarda yönlendirilmekte ve manipüle edilmektedir.
Dijital faşizm her alanda devam ederken, gündelik hayatı eskisine kıyasla çok daha derinlemesine etkilemektedir. Temelde belirli bir toplumsal normu kurgulayan, inşa eden ve bu normun dışında kalanları ötekileştirerek hedef gösteren ve düşmanlaştırıcı bir temsil dili kullanan dijital faşizm, Orta Doğulu bir Müslüman olmanın ve özellikle Filistinli olmanın, bu imge dizgesi içinde uzun süredir sömürülen bir konuma sahip olmak anlamına geldiği bir yapı olarak işlemektedir. Dijital imgenin sadece sinema, medya veya belirli sosyal medya platformlarıyla sınırlı olmadığı, aksine hâkim ideolojinin tek taraflı bakış açısına uygun olarak tüm uluslararası medya ağı içinde kullanıldığı bilinmektedir. İsrail açısından bir toplumun görmezden gelinmesi, güçlü bir ideolojik perspektifle ancak mümkün olabileceği gibi, bireylerin tek tek öldürülmesiyle bir toplumun tamamen ortadan kaldırılması pek mümkün görünmediği için temsil düzleminde ve dijital mecralarda bir toplumu görmezden gelmek, sömürgeci bir temsil içine hapsetmek daha kolay, uygun ve etkili bir yöntemdir.
Temsil Etmenin Kudreti
İsrail–Filistin örneğinde, insan yaşamına dair tüm hakların neredeyse tamamen ortadan kaldırıldığı, medyanın temsil gücünün dijital teknolojiler içinde belirli bir ideolojik çerçeve içinde kurgulandığı gözlemlenmektedir. Dijital teknolojilere hem erişmek hem de bunları verimli bir şekilde kullanabilmek, enformasyon ve bilgi akışının içerisinde yer edinebilmek, kendini temsil edebilmek, söz söyleyebilmek Filistinliler ya da Filistinlileri destekleyenler açısından neredeyse imkânsız hale getirilmiştir. Bu bağlamda, tek taraflı bir söylem gücünün ve imgenin egemen olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Filistinliler, özellikle ana akım medyada hem temsil hem de söylem düzleminde kendilerini ifade etme konusunda büyük zorluklarla karşılaşmaktadırlar.
Dünya genelinde, büyük ölçüde tek taraflı, ideolojik ve manipülatif bir içerikle bilgi akışı sunma eğilimi dikkat çekmektedir. Bu durum, özellikle geleneksel medya platformlarında daha yoğun bir şekilde hissedilmekte ve farklı temsil olanaklarına izin verilmemektedir. Bir toplumun kendisini özgürce temsil etme ve ifade etme hakkı, aynı zamanda farklı bakış açılarına sahip olma olasılığı, bu baskıcı ortamda kısıtlanmaktadır. Ana akım düşünceye meydan okuma ve olayları alternatif bir perspektiften değerlendirme olasılığı sansürlenmekte, hatta bu tür ifade biçimlerinin görünürlüğü azaltılmaktadır. Sosyal medya platformlarında da farklı görüşlerin temsil edilme imkânına zarar verilmekte ve çoğu zaman bu tür ifadeler sansürlenmektedir.
Dijital imge, belirgin bir şekilde tek taraflı bir perspektife sahip olarak inşa edilmekte, kimin haklı ya da haksız olduğu neredeyse önceden belirlenmekte ve bu bakış açısı doğrultusunda küresel sahnede bir temsil oyunu oynanmaktadır. Noelle Neumann’ın belirttiği gibi “suskunluk sarmalı” imgesel düzlemde oluşturularak kazanması ve kaybetmesi gerekenler arasında kesin bir sınır çizilmektedir. Sömürgeciliğin form değiştirerek kendini medyatik düzlemde var ettiği ve bu amaçla dijital teknolojileri kullandığı açıkça görülmektedir. Küresel sahnede temsil oyunu güçlü bir şekilde devam etse de kitlelerin dijital imgeyi doğrudan kabul ettiğini iddia etmek mümkün değildir. Dijital imge etrafında tek tip bir anlamı ve dayatmayı reddetmek, sömürgeciliğin dijital formlarını fark etmek ve buna karşı hareket etmek bir zorunluluktur.
Dijital teknolojiler, eleştirilere rağmen belirli özgürlük alanlarını içinde barındırarak Filistinlilerin doğrudan yaşadıkları zorlukları tüm dünyaya aynı anda gösterebilme imkânı tanımışlardır. Dijital faşizmin ve imgenin sınırlayıcı etkisine, belirli kodlara ve anlam dizgelerine rağmen temsil düzleminde mücadelenin devam ettiği veya devam etmesi gerektiği açıktır. Filistinliler, akıllı cep telefonları aracılığıyla bir saldırı ya da bombalama sonrasında olay yerini hızla fotoğraflayarak, sosyal medyada paylaşarak ve hatta video kaydı alarak uluslararası medyada görünür hale getirmeye çalışmaktadırlar. Bunun gerçekleştirilme nedenlerinden biri uluslararası medya çalışanlarının doğrudan hedef alınarak öldürülmesidir. Basının ve medya çalışanlarının koruma altında ve dokunulmaz oldukları bilindiği halde toplumların bilgi edinme hakkı gasp edilmektedir. İsrail, çok sayıda gazeteciyi öldürerek bilgi akışını kesmeyi denemektedir çünkü orada gerçekten neler yaşandığını kimsenin bilmesini istemediği gibi kendi ürettiği içeriklerin, bilgilerin kabul görmesini sağlayacak bir ortamı oluşturmaya çalışmaktadır. Ancak dijital teknolojilerin gündelik hayatla bütünleşen doğası, araçların ve kanalların fazlalığı buna pek fazla müsaade etmemektedir. Bu süreçte dijital düzlemde temsilin bazı zorlukları bulunsa da sömürgeci bir dil ve görseller kullanılsa da göstergeler alanındaki mücadele devam edecektir. Temsilin eskisine göre daha baskın olan gücünün kırılabileceğine dair umutlu olmak mümkündür.
Dijital teknolojiler, uluslararası medya ve sosyal medya aracılığıyla sürekli olarak tek tip bir imgeyi kullanırken, kimin haklı olduğunu dile getirmeye ve ispatlamaya çalıştığı için sosyal medyanın bir mücadele alanı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü dijital teknolojilerin içinde, özellikle sosyal medyada kullanıcının yoğun bir şekilde yer alması, içerik üretmesi gibi nedenlerle geleneksel medyanın ve temsil kalıplarının dışına çıkma olasılığı oldukça yüksektir. Ancak, dijital faşizmin ve sömürgeciliğin insanları ve toplumları yok sayan tutumuna karşı bir duruş sergilemenin, sosyal medyanın bir kontrol mekanizması olarak işleyişinin ötesinde, burada bir mücadele platformu olarak kurgulanmasının mümkün olduğu görülmektedir.
Dijital Faşizmin İşlevi
Dijital imge, hem faşizmin hem de sömürgeciliğin yeni bir formu olarak ekonomik ve politik kazanç alanını oluştururken; yoğunluğu, sürdürülebilirliği ve etki gücüyle belirli bir zamanla ve mekânla kayıt altına alınamamaktadır. İmge, özellikle akıllı telefonların yaygın kullanımıyla birlikte, kurgusal ve yanıltıcı bilgileri anlık olarak kitlelere iletebilmekte; manipülasyonu, dezenformasyonu, haberciliği, enformasyon ve bilgi savaşını yeni bir boyuta taşımaktadır. Bu durum, meselelerin sadece haberle ve geleneksel medyayla sınırlı kalmadığını, aksine bireylerin dijital dünyada kullanıcı olarak özgürce hareket edebildikleri bir ortamda her olgunun imge tarafından ele geçirildiğini göstermektedir. Dijital faşizm sürecinde doğru bilgiye, habere, içeriğe ve imgeye ulaşmak giderek zorlaşmaktadır; hatta bu zorluğun her geçen gün arttığını söylemek mümkündür. Filistin meselesi özelinde ise benzer ideolojilere ve inançlara sahip insanlar, belirli bir dijital topluluk içinde sıkışarak farkında olmaksızın diğer bakış açılarından haberdar olamamaktadır. Ancak farkındalığı daha yüksek bir şekilde dijital teknolojileri kullananların dezenformasyondan arındırılmış gerçek içeriğe ulaşabilmeleri mümkündür. Bunu neredeyse her ülkede Filistin’i destekleyen farklı toplumsal kesimlerden görebilmek mümkündür. Dijital faşizmin tüm kısıtlamalarına rağmen, talep eden insanların bir şekilde doğru içeriğe ulaşabildikleri gözlemlenmektedir.
Dijital teknolojilerin sistematik bir biçimde İsrail devleti tarafından kullanıldığı bir süreçte, özellikle medya düzleminde gerçek ile gerçek olmayan arasındaki farkın giderek açıldığı gözlemlenmektedir. Medyanın temel görevi olan olayları en basit ve açık şekilde karşı tarafa iletmek yerine, içeriklerin belirli niyetlerle tasarlandığı ve kurgulandığı uzun zamandır süregelen bir eğilimdir. Bu bağlamda, ana akım düşünce ekseninde bir kitlenin oluşturulmaya çalışıldığı ve içeriklerin algı yönetimi çerçevesinde hedef kitleyi ikna edici bir biçimde kurgulandığı fark edilmektedir. Medya ve dijital teknolojiler, mazlum ve güçsüz ile iktidar sahibi güçlüler arasında bir sınır çizmeye ya da böylesi bir sınırı var etmeye yönelik çabalar içerisindedir. İletişim stratejileri belirli bir plan çerçevesinde ilerlerken, maddî sahada elde edilebilecek her türlü kaybı telafi etmeye dönük olarak işlemektedir. Filistin–İsrail meselesinde başarının öncelikli olarak kitlelerin zihin dünyasında elde edilebilecek bir unsur olduğunu İsrail tarafının bilmesi, dijital temsiller alanında ekonomik ve politik boyutlarıyla ciddi bir mücadele yürütmesine yol açmaktadır. İsrail’in, TikTok, YouTube ve Instagram fenomenlerine yönelik “iş birliği” teklifleri bu mücadeleyi destekleyen basit örneklerden biridir.
Başarı, imge düzleminde içeriğin ve iletmek istenen mesajın kitleler nezdinde kabul görmesi veya en azından onları bu tür içeriklere muhatap kılma becerisiyle ölçülebilir. Ana akım medya, belirli imgeleri ve söylemleri sürekli olarak küresel ölçekte ihraç etmekte ve medyanın, ideolojinin bir meta gibi ihraç edilmesinde kullanışlı bir araç olması nedeniyle, mücadelenin ana zeminini oluşturduğunu söylemek de yanlış olmasa gerek. Dijital teknolojilerin entegrasyonuyla medyanın etki gücü daha da artmış, bu da medyanın taşıdığı meta değerini artırmış ve ihraç edilen metanın sömürgeci gücünü katlamıştır. Bu bağlamda sömürü düzeni, kitlelerin belirli bir ortak düşünceyi “paketlenmiş hazır gıdalar” olarak benimsemelerini beklerken, stratejinin ne ölçüde başarılı olduğu tartışmaya açıktır. Sosyal medya platformlarına bakıldığında, muhalif ve farklı seslerin kendilerine şu an için belirli ölçülerde yer bulabildiği görülmektedir. Ancak, bu konuda gelecekteki gelişmelerin nasıl şekilleneceği belirsizdir.
Egemen İmgenin Değeri
Egemen bir söylemin ve temsilin günümüzde var olduğunu fark etmek, bu imgenin kökeninin 1945’ten bu yana her gün inşa edildiğini anlamak önemlidir. Bu nedenle, imgenin tek bir olay veya savaşla anında yıkılması mümkün görünmemektedir. Ancak, mücadelenin temsil düzleminde henüz başladığını fark etmek, gelecekte olumlu sonuçlar elde etme yolunda önemli bir adım olabilir.
İmgenin tanımlama ve konumlama sürecinde taşıdığı değerin sorgulanması ve tartışılması elzemdir. Zira tarihsel süreç ve günümüzdeki temsil biçimleri, imgelerin görsel, duygusal ve zihinsel etkileşim yaratma kapasitesini bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. İmgenin otoriter gücü, başka bir bakış açısına veya düşünceye yer vermeden katı bir inanca dönüşerek Filistinlilerin sürekli kaybeden, zayıf ve güçsüz bir taraf olduğu algısını güçlendirmektedir. İktidarın ve iktidar ilişkilerinin kategorik olarak sabit olmadığı, aksine sürekli değişen dinamikler doğrultusunda hareket ettiği bilinmesine rağmen, bu gerçeklik, kitlelerin zihninde yeterince yer bulmamaktadır. Dolayısıyla, her bireyin kendisine sorması gereken temel bir soru vardır: Günlük olarak karşılaştığım ve farkında olmadan katkıda bulunduğum imge, beni ve diğerlerini nasıl etkiliyor? İsrail–Filistin meselesi bağlamında, ancak daha geniş bir perspektifle düşünüldüğünde, imgenin ve dijital teknolojilerin ürettiği temsil mekanizmalarının uzun süredir haklı ile haksızı, galip ile mağlubu sürekli olarak resmettiği görülmektedir. Dijital teknolojiler aracılığıyla, imgenin sömürgeci değerini azaltmak ve dekolonizasyon sürecini başlatmak mümkündür. Geleneksel medyanın belirli bir düşünce biçimi tarafından ele geçirilmiş olmasıyla karşılaştırıldığında, sosyal medyanın ve dijital imgenin benzer bir durumdan kaçınması için bilinçli adımlar atılabilmesi olası görünmektedir.
Dijital imgeler aracılığıyla tanımlama yeteneğinin kimin elinde olduğuna öncelikle dikkat edilmelidir. Söylemleri ve imgeleri ithal etmek yerine ihraç etmenin ne kadar önemli olduğu gün geçtikçe belirgin hale gelmektedir. Bu durumu en net şekilde yansıtan örneklerden biri, İsrail’in güçlü olduğu, onunla savaşılmaması gerektiği ve bu savaşta kaybedenin kesinlikle Filistinliler olacağı algısıdır. İsrail’in sürekli kazanan taraf olarak temsil edildiği ve mutlak bir güce sahip olduğuna dair dijital temsiller, Filistinlilerin haklarını ve özgürlüklerini ortadan kaldırmakta ve herhangi bir durumda daima kaybedecekleri algısını uluslararası toplum nezdinde pekiştirmektedir. Temsil dizgesi içinde İsrail’in mağdur pozisyonu radikalleştirilirken, güçsüz olduğuna dair bir vurgu hiç yapılmamaktadır. İsrail’in haklarına yönelik saldırıların olduğu yönünde içerikler üretilirken, güç kaybını temsil edecek “zayıf” bir görüntü asla sunulmamaktadır. Çünkü imgenin temsil ettiği değerin ve ihraç ettiği inancın zarar görmesi, neredeyse telafisi imkânsız bir sorun teşkil edecektir.
Bir İmkân Olarak Sahneyi Fark Etmek
Olağanüstü durumlar kitleleri çaresiz bıraktığı için kitleler, haberlere, temsillere ve kaynaklara sorgusuz sualsiz bir biçimde itaat etme eğilimindedir. Ancak her içerik, bir bütünün kesiti ve parçasıdır; bütünlüğün yok sayıldığı durumlarda dijital teknolojiler aracılığıyla kurgulanmış içerikler ve temsiller tarafından sömürülme riski kaçınılmazdır. Kitlelerin enformasyona, bilgiye ve çeşitli içeriklere daha fazla ihtiyaç duydukları dönemler, manipülasyona en açık oldukları zamanlardır. Haber alma kaygısıyla hareket edildiğinde, yanlış bilgilere ve manipülatif içeriklere maruz kalınmaktadır. Sözün ötesinde temsile duyulan yoğun talep, görüntülerin, fotoğrafların ve videoların ahlâkî kaygılardan bağımsız şekilde yayıldığı bir durumu beraberinde getirmektedir. Kitleler, istemeden temsil bombardımanına maruz kalarak duyarsızlaşmakta ve merakları istismar edilmektedir.
Parçalanmış cansız bedenlerin dijital mecralardaki temsilleri, hiçbir zaman zaman ve mekân sınırlamasına takılmadan ve filtrelenmeden kitlelerin “beğenisine” sunulmaktadır. Geleneksel medyanın genellikle yasal sınırlamalar nedeniyle ekranlara getiremediği vahşet gösterileri, bugün doğrudan kitleler tarafından kitlelere yönelik olarak üretilmektedir. Sosyal medyada her türlü içeriğin dramatikleştirilmesi, acının ve acıya dayalı içeriklerin artırılması, büyük acıları doğrudan etkileyebilecek şekilde temsil etme yarışına girilmesi, insanların neredeyse sadece duygularına hitap edilmesi, acıların belirli bir düzeyde estetize edilmesi hatta şarkıların ve belirli konuşmaların arka plana eklenmesiyle birlikte, aslında acının kendi bağlamından ve çıplaklığından kopartılarak sunumu gerçekleştirilmektedir. Acının dramatik hale getirilmesi, Filistin örneğinde imgenin yeni bir sömürü biçimini tesis ederken daha vahşi, kanlı veya acı verici sahnelerin paylaşılması, acıya karşı duyarsızlaşmayı artırmakta ve mesafe hissine neden olabilmektedir. Kitleler, savaş durumlarında veya Filistin örneğinde zamanla acıyı ve yaşanan gerçekleri akli bir düzeyde algılamak yerine duygusal olarak, reaksiyoner bir tavır sergilemek zorunda bırakılmaktadır.
Hâlbuki trajik olana rutin içerisinde yer açmadan “trajik”in olanca ağırlığını korumak, her bir insanın görevi olduğu gibi insanların dijital mecralarda karşılarına çıkan yahut çıkartılanla doğrudan hesaplaşması gerektiğini hatırında tutarak temsilin “sahne”de kurgulanan bir sömürü oyunu olduğunu fark etmesi günümüzde bir zarurettir.