Sanattan Estetiğe İnsanlık İçin Ortak Bir Manevî Bilim Arayışı mı?

Dursun Çiçek

Dursun Çiçek



Metafizik, felsefe ve bilim alanında “yeni” mihengi ortaya koyan Aydınlanma süreci, belki de en net ve kesin ayrımı kimilerince daha sonra “yeni metafizik ve yeni manevîyat” olarak nitelenecek sanat alanında yapar. Baumgarten’in mantığı sanatın merkezine yerleştirmesiyle birlikte (Baumgarten’e göre estetik, duyusal bilginin mantığıdır) yüce, güzellik, beğeni gibi unsurlar söz konusu mantığı ve matematiği benimseyenlerin belirleyiciliğine bırakılır. Bir başka deyişle yücelikte ve güzellikte aşkın olan terkedilir ve özne haline gelen insan, yüceliği ve güzelliği “yeni bilim” ve felsefe anlayışına göre tayin eder. Nitekim John Locke, bu süreçte mantıksal düşünemeyenleri aptal olarak niteler. Sürece uygun olarak bilimsel bilginin mantığı ve matematiği nasıl kurulursa duyusal bilginin mantığının da ona uygun olarak kurulması gerekir. Çünkü sanatın mantığını oluşturmak, insanı ve doğayı rasyonelleştirmenin uzantısıdır. Estetik vasıtasıyla sanat–zanaat ayrımı mutlaklaştırılarak sanatta da şüphe, düşünce ve zihnî olan öne çıkar.

Bu anlamda Aydınlanma süreci, yeni bilim ve yeni felsefe anlayışıyla birlikte yeni sanat anlayışının da özne üzerinden idealize edilip evrenselleştirildiği bir süreç haline gelir. Sanat/zanaat ayrımı ile estetiğin ortaya çıkışı duygunun da özne üzerinden evrensel bir bağlama sahip olduğunu ortaya koyarken, aynı zamanda yüce ve güzelliğin de bilime ihtiyacı olduğunun altını çizilir. Yine bu minvalde evrimini tamamlamamış, eğitilmemiş ve özne olamamış insan ilkel ve sıradan olarak tanımlandıysa aynı zamanda içinde yaşadığımız zaman, mekân ve dünya da vahşi ve barbar olarak nitelendirilir. İçinde yaşadığımız dünya, görünen haliyle ahenkli, ölçülü ve simetrik değildir. Onu ahenkli, ölçülü ve simetrik hale getirecek; güzelleştirecek ve hatta yüceleştirecek deha veya yaratıcı insandır. Görünen güzellik zanaatın mevzuu iken sanatkâr tarafından üretilen güzellik estetiğin mevzuudur. Baumgarten ve Kant başta olmak üzere Aydınlanma dönemi düşünürleri yeni bilim anlayışını sanata taşıyarak duygu, beğeni, güzel ve yüceyi evrensel hale getirmiş olurken; estetik vasıtasıyla sanatın yerini de güzel sanatlar almış olur.

İnsanın aslî bağlamının düşünmeye indirgenmesi ve bir süre sonra düşünmenin en insânî süreç olarak mutlaklaşması sanata da sirayet eder. Düşünen ve idealize edilen öznenin matematiğini Descartes, fiziğini Newton, ahlâkını Spinoza, aklını Kant kurarken estetiğini de Baumgarten kurar. Baumgarten’in zemini elbette kartezyen bağlamdır. Diğer taraftan Kopernik ve Galileo’nun etkisiyle anlaşılmaya çalışılan objeden, tasarımlanan ve yaratılan objeye geçiş fikri, süreci besler. Gerçekliğin tek ölçüsü ve membaı olan düşünme, her şeyi şüphe yoluyla anlamsızlaştırdıktan ve sarstıktan sonra hakikati, gerçekliği, dünyayı kurma görevini düşünen özneye hamleder. Ve o özne her şeye anlamını yükler. Bu minvalde sanat eseri, düzene sokulmuş tasarımlanmış bir düşünce olarak tanımlanır. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun