İlahiyat: Yeni İdrâk Haritaları

Necdet Subaşı

Necdet Subaşı



İlahiyat alanını, modern Türkiye’nin laik–seküler beklentilerinden bağımsız olarak ele almak her geçen gün daha da zorlaşmaktadır. Oysaki ilahiyat, genelde Tanrı üzerine detaylandırılmış; problematik eksenli ve nihayetinde onun yerini mâkûlleştirme çabası içinde ilerleyen düşünsel bir ameliye olarak değerlendirilmelidir. Bu çerçevede ilahiyat, başından beri felsefenin temellendirmeye çalıştığı metodoloji, arayış ve bilgi içinde kadîm bir disiplin statüsüyle bugünlere kadar gelmeyi başarmış özgün bir tefekkür geleneği olarak tanımlanabilir. İlahiyatın çoğunlukla teolojiyle özdeşleştirilerek okunabilecek geleneksel yapısı, Tanrı’yı evren içinde kozmik ve metafizik bağlamlarıyla birlikte müzakere etmektedir. Bu yönüyle vahiy, Tanrısal bir beyanı ifade ederken; ilahiyat ya da teoloji ise insânî bir çabayı yansıtmaktadır.

Modern Türkiye’de ilahiyat, dinin sosyal–kültürel bağlamlar içindeki kurucu ve bağlayıcı ağırlıkları nedeniyle genellikle ilgili alanın nasıl ve ne şekilde deruhte edileceğine, yönetilip idare edileceğine dair bir düzenleme fikri içinde ele alınmıştır. Böylece dinî bilgi, müfredatından öğretim biçimlerine kadar pek çok yönünü ihata eden genişliğiyle gündelik hayattaki konumu, üstlendiği statüler ve işleyişine aracılık eden rollerin tanzimi gibi pek çok hususla ilişki içinde müzakere edilmektedir. Öyle ki bu durum nihayetinde din ile devlet, din ile toplum ve bütün bu ilişkisellikler içinde insan ve Tanrı’nın yerinin mutlak mı yoksa müphem ya da muallak mı olacağı konusundaki bir dizi tartışmayı da gündelikleştirmekte; hatta pek çok noktada ilahiyat üzerine kafa yormak, bir dinî hakikatin ortaya çıkarılmasına yönelik kudretli tefekkürden ziyade olayın sosyolojisini anlama ve gözetmeye yönelik bir strateji ve tedbire dönüşmektedir.

İslam ilahiyat okullarının hemen hepsinde insan ve Tanrı arasındaki bağların, ilişki ve mesafenin neliği ve niteliği üzerine pek çok argüman dile getirilmiştir. Bu bağlamda söz konusu ekoller, gündelik hayatın teolojik açıdan inşasında, varlık dünyası temelinde insanı ve Tanrı’yı sorgulamaya fırsat veren denklemleri mütemadiyen anlamaya ve çözmeye çalışmışlardır. Müslüman ilahiyatında tartışmasız birer referans kaynağı olarak kabul edilen Kur’an ve Sünnet’e rağmen felsefenin gündeme getirdiği sorular etrafında açıklanmaya mahkûm bir konuma sürüklenen teolojik müktesebat, felsefî ve kelâmî bir zeminde yeniden kurgulanmaya başlanmıştır. Bu nedenle de mesela fıkıhtan dinî kavrayışın maddî ve manevî temsillerine meşru bir yön kazandırması beklenirken; kelamdan da onu doğrudan teolojik geleneğin muhafızı kılacak bir şekilde dinî düşünce, inanç, itikat ve tefekkür zemininin tahkimine yönelik esaslı bir çaba beklenmiştir.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun