Mitos ve Logos Sarmalında İslâmî Dilbilimsel Paradigma yahut Klasik Dilbilimin Günümüz Dilcilerinin Kulağına Fısıldadıkları

Soner Gündüzöz

Soner Gündüzöz



Grek ve İslam Düşünce Gelenekleri Arakesitinde Suret ve Kelime Kutuplaşması 

Batı medeniyetinin temel referans havzasının en önemli unsurlarından olan Helen–Roma mirası, suret kavramı çerçevesinde görsel bir medeniyetin izlerini taşımakta ve bu çerçevede doğanın gerçekliğini birebir taklit etmek demek olan “mimesis” kavramına güçlü atıflar içermektedir. Böylece mimesis olgusu, sureti doğurmuş; suret ise “heykel”, “resim” ve “ikon” üçlemesiyle bir görsel medeniyet inşa etmiştir. Roma medeniyetinin bilahare Hıristiyanlığa evirilmesi ve Hz. İsa’nın Allah’ın kelimesi olmasına bağlı olarak logos olgusunun merkezileşmesi dahi söz konusu görsel bakışı devre dışı bırakamamıştır. Böylece Tanrı’nın insan suretinde bedenlenmesi ya da başka bir deyişle ekarne olması şeklinde tanrısal bir suret inşa edilmiş, ikonografik düzlem daha da derinleşmiştir. İslam düşünce geleneği ise söz konusu ikonografik bakış açısına karşı mesafesini korumuş, kendine özgü ve dile kuvvetli atıfları olan bir ontoloji inşasına yönelmiştir. O, daha ilk başta suretin yerine kelimeyi koymuş, bunu yaparken kendi medeniyet havzasının paradigmasına uygun şekilde Grek medeniyetinin suret kavramı dışındaki faklı düşünsel kodlarından yararlanmayı da ihmal etmemiştir. Böylece suretten beslenen mitosun yerine kelime ya da logos yerleştirilmiş, Eflatun’un ideleri, Aristoteles’in tümelleri, Yeni Eflatunculuk ve Pseudo Empodeklesçi görüşler, ontolojiyi epistemolojiyle birleştirecek şekilde kelime kavramının potasında eritilmiştir. 

Yeni ontolojik paradigma, zengin bir doku içinde İslâmî epistemolojik özün merkezinde konumlandırılmıştır. İslam düşüncesinin, sureti logosa, ikonografiyi soyutlamaya çeviren bir yordamla nassı merkeze alan farklı bir müşahede ve istidlal modeli önermesi, dil ilimlerini İslâmî epistemolojinin odağına taşımıştır. Bunda Kur’ân’ın, gerçekliği insan idrakine sunan dilsel örüntüsü de etkilidir. Bu yapı, insanı, suretten kelimeye; mitostan logosa sevk eden ve bununla da kalmayarak praksisi gerektiren bir modeldir. Bu itibarla İslam düşüncesi, nassî referanslara derin atıflar içinde, senkretik bir yapı hâlinde logostan praksise yönelmiştir.  Bu sistematik yapı, aynı zamanda sözün eylemleşme sürecine aksiyolojik hedefler yerleştirmiştir. Bu bağlamda ahlâkî geçişin nirengi noktasına ilâhî isimler, ma’dûm, a’yân–ı sâbite gibi teori ve kavramları konumlandırmış görünse de son tahlilde bu teorik çerçeve lengüistik bir dokunuşa sahne olmuştur. Bu bakımdan İslam düşüncesinde teolojik teorilerin temelinde dahi çoğu defa dilsel teorilerin var olduğu fark edilir. Buna Ebû Haşim el–Cübbâî’nin (ö. 321/933) teolojik ahvâl teorisinin Müberrid’in (ö. 286/900) lengüistik hâl teorisi üzerine bina edilişi örnek verilebilir. Nahvin hâl teorisi Cübbâî ile Allah’ın sıfatlarının açıklanmasına ilişkin kelâmî bir yapıya bürünürken, bilahare Kadı Abdülcebbar (ö. 415/1025) bu teolojik teoriyi, vücûh teorisiyle birleştirmiş, dahası bunu lengüistik bir pragmatizm oluşturacak şekilde dilbilim alanına aktarmıştır. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun