İslam düşünce tarihinde matematik dilinin hakikatle ilişkisini belirleyen iki temel kırılma, İbn Sînâ’nın geliştirdiği faal akıl anlayışı ile Seyyid Şerif Cürcânî’nin1 sistemleştirdiği nefsu’l–emr kavramında somutlaşır. İbn Sînâ’da faal akıl, insan zihnini yanılgıya düşüren mütehayyile ve vehm güçlerini aşarak sahih tasavvurlara ulaşmayı sağlayan epistemik bir aracıdır; tümel formları insana aktararak doğru düşünmenin ve burhanî bilginin imkânını temin eder. Ancak bu modelde matematiksel önermelerin dış–dünya ile zorunlu uygunluğu garanti altına alınmaz; doğruluk, zihnin doğru formlara erişmesine dayanır. Buna karşılık Seyyid Şerif’in nefsu’l–emr kavramsallaştırması, matematiksel ve mantıksal hükümleri, zihinden bağımsız, varlık düzeniyle irtibatlı ontolojik bir hakikat alanına yerleştirir. Böylece matematiksel önermelerin doğruluğu, yalnızca aklın iç tutarlılığına değil, dışsal bir hakikat zeminine de dayanır. Bu ayrışma, İbn Sînâ çizgisinde bilgiye ulaşmanın epistemolojik temellerini güçlendirirken, Seyyid Şerif ile birlikte matematik dili doğrudan hakikatin ontolojik temsiline dönüştürülmüş olur.
İslam düşüncesinin gelişiminde faal akıldan nefsu’l–emr’e geçiş, bilgi ile hakikat arasındaki ilişkiyi kökten dönüştürerek yeni bir metodolojik esneklik sağlamıştır. İbn Sînâ’nın faal akıl modelinde matematiksel, mantıksal ve fiziksel bilgi, insan zihninin doğru kavramları edinmesini mümkün kılan bir epistemik mekanizma üzerinden temellendirilmişti.