Bilindiği üzere izâfiyetçilik, lehine, aleyhine ya da uzlaştırıcı bir söylem pratiği ekseninde ortaya konulan argümanlar dolayımıyla, düşünce tarihi boyunca çeşitli düşünür, filozof ve teolog tarafından düşüncenin konusu kılınmış olmakla birlikte, “post” ön ekiyle tebarüz eden çağdaş fark felsefelerinde ise tarihinin hiçbir döneminde görmediği ilgiye mazhar olmuş kavramlardan biridir. En genel anlamıyla ifade edildiğinde izâfiyetçilik, mutlak ve evrensel bir hakikat, doğruluk, değer ve anlamın olmadığını, tüm bunların bireysel, tarihsel, toplumsal, dilsel, ekonomik, kültürel, dinî ve elbette ki felsefî farklılıklara bağlı olmak anlamında bağlamsal olduğunu varsayan bir yaklaşım biçimi olup ontolojik, epistemolojik, etik/ahlâkî, politik, estetik, kültürel ve hatta bilimsel izâfiyetçilik gibi oldukça farklı alanlarda kullanılagelen bir kavram hüviyetindedir. Her biri ayrı ayrı değerlendirmeyi hak etse de çalışmamızın bağlamı gereği düşüncemizin odağı kılmış olduğumuz ahlâkî izâfiyetçiliğin tarihsel arka planına bakıldığında karşımıza ilk çıkan düşünürlerin Sofistler olduğunu, hatta biraz iddialı olmakla birlikte bir bütün olarak Batı metafizik geleneğinin, Sofistlerce ortaya konulan varlık, hakikat, anlam ve değer eleştirilerinin sonucunda sökün eden izafiyetçiliğin üstesinden gelme çabası olarak okunabileceği dahi söylenebilir.
Büyük ölçüde Platon’un eserleri dolayımıyla kendilerinden haberdar olunması nedeniyle değerleri Platon’un alımlama estetiği ekseninde belirlenen ve felsefe tarihinin kötü çocukları olarak görülen Sofistlere ait düşünme biçimini en bariz bir biçimde açığa vuran ifadeyi “Menon paradoksu”nda görmek mümkündür. Platon’un Menon diyaloğunda geçen ve “bilmediğimiz bir şeyi nasıl öğrenebiliriz?” sorusu yoluyla bilginin doğası ve öğrenmenin imkânı üzerine düşünmeyi amaçlayan söz konusu paradoks, kanaatimizce her türlü izâfiyetçilik iddiasına içkin mantığın anlaşılması bakımından son derece önemlidir.