İslam Sanatı Üzerine Turan Koç ile Söyleşi

Dursun Çiçek

Dursun Çiçek



Hocam hoş geldiniz. Bugün imkânımız nispetinde sanat ile ilgili söyleşelim istiyorum. Siz uzun yıllardan beri bu konu ile ilgili düşünüyor ve yazıyorsunuz. İslam Estetiği isimli kitabınız var. Titus Burckhardt’ın İslam Sanatı: Dil ve Anlam kitabını yıllar önce siz çevirdiniz. Hâsılı, modern sanat, geleneksel sanat ve İslam sanatı hususlarını yıllardır anlatıyorsunuz. Son dönemlerde bilhassa İslam sanatının modern sanattan farklılaşması bağlamında İslam Sanatının iki ucundan söz ediyorsunuz. Buradan başlayalım olur mu?..

Hoşbulduk… “Sanatın iki ucu” denince ilk bakışta görüleceği üzere, sanatın görme ve gösterme şeklinde iki boyutu, iki açılımı var; ondan söz ediyorum. Görme, doğrusu, sanatla ilgili değil; estetikle, bedii tecrübeyle ilgili. Görmeye geleneğimizde “müşâhede”, şahit olma deriz. Ama bu şahit olma, herhangi bir duyu organımızla şahit olma değil, belki de tüm varlığımızla şahit olmadır. Buna felsefî dil ve söylemde “ayrımlaşmamış tecrübe” veya “tecrübe bütünlüğü” diyebiliriz. İrfânî geleneğimiz buna “vicdanî zevk” der. Vicdanî dediğimiz, varoluşsal tecrübe. Bu varoluşsal tecrübeyi kendi varlığımız üzerinden düşündüğümüz zaman dilimiz tutulur, lâl oluruz. Onun için şairler mecaz atına binmiş, ressamlar istiareye sarılmış, diğerleri sanat dediğimiz şeylerin başka dalında at koşturmuşlardır. Böyle bir alanda böyle bir tecrübeyi başkasına aktarmak ve o konuda en azından tatmin edici söz söylemek çok zor. Tüm insanlık bu konuda türkü çığırıyor, kendi hakikatini terennüm ediyor. Eline fırça alıyor, kalem alıyor, çekiç alıyor, mimarî eser yapıyor; boyalar, renkler, kelimeler, dizeler, beyitler… Yine de bitmiyor. Çünkü insan bitmiyor. İbn Arabî’nin diliyle “Tecellide tekrar yoktur.” Ben bir saniye öncemin aynısı değilim, misliyim. Ondan ikinci misle ne aktarılabilir onu bilmiyorum. Bunu söylese söylese sanat söyleyebilir. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun