Yapay Zekâ, Felsefe ve İnsan

Ebubekir Muhammed Deniz

Ebubekir Muhammed Deniz



Yapay zekânın ortaya çıkışı ve hızla gelişimi, insanlık tarihinde yeni bir düşünsel kırılma noktası oluşturmuştur. Yapay zekâ fikrinin Leibniz’den başlayarak birçok önemli düşünürün katkısıyla bugünkü hâline ulaştığı söylenebilir. Kavram olarak bir asırdan daha az bir geçmişe sahip olan yapay zekâ, özellikle son yıllarda gündelik yaşamın ayrılmaz bir unsuru hâline gelmiş; yalnızca pratik alışkanlıklarımızı değil, insan doğasını anlama biçimlerimizi de köklü biçimde dönüştürmeye başlamıştır. Donanım ve yazılım alanlarında yaşanan ilerlemelerle birlikte, makinelerin insânî özellikleri taklit edebilme kapasitesi giderek artmış; bu gelişme, insanın ayırt edici niteliklerinin ne olduğu sorusunu yeniden felsefenin merkezine taşımıştır. Bu dönüşüm, bilinç, özgürlük, irade ve varoluşun sınırlarına dâir temel sorgulamaları da beraberinde getirmektedir.

20. yüzyılda resmî olarak başlayan yapay zekâ projesinde Alan Turing’in 1950 tarihli “Makineler Düşünebilir mi?” sorusu, insanın kendisini ve aklı anlamaya yönelik çabaların modern başlangıcı olarak kabul edilir. Bu soru, insan aklının ve düşünme yetisinin makineler tarafından taklit edilip edilemeyeceğini doğrudan sorgulamakta, Turing ise bu soruya davranışlar üzerinden yanıt aramaktadır. Turing’e göre, bir makinenin akıllı sayılabilmesi için onun “taklit oyunu”nda bir insanı yanıltabilecek seviyede başarılı olması gerekiyordu. Turing’in bu yaklaşımı, sonraki dönemlerde hem desteklenmiş hem de yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. Birçok filozof, Turing testinin geçerliliğine ve Turing testini aşmanın imkânsızlığına dâir güçlü eleştiriler getirmiştir.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun