“Geçmişi kenara atmakla insan geleceğe olan inancını kaybetmiştir…”
“Din artık halkın afyonu değil afyon (kumar, haşhaş, esrar, LSD) hızla halkın dini hâline geliyor…”
—Lewis Mumford
Teknik–insan ilişkisi, tarihin her döneminde insanın gündeminde olmuştur. Muhtemelen Aydınlanma sürecine kadar insan için daha çok bir araç konumunda olan teknik unsurlar, bilimin insanın ufku, umudu, mihengi, hatta dini olmasıyla birlikte araçsal konumunun ötesinde anlamalara ve tartışmalara konu olmuştur. İlimlerdeki ve sanatlardaki yeni anlayış, ciddi anlamda gündeme gelmiş, tekniğin faydalarıyla beraber toplumsal anlamdaki etkileri ve zararları da tartışılmıştır. Jean Jacques Rousseau, İlimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk eserinde ilimlerin ve sanatların ilerlemesiyle insanın ahlâkının, kültürünün ve geleneklerinin zayıflaması arasında bir ilişki kurmuştur. Benzer durum bilhassa pozitivizmin baskın olduğu süreçte daha çok gündeme gelmiştir. Bilimi ve teknolojiyi mitselleştiren kesim insanın dünyada bir yeryüzü cenneti kurduğuna inanırken, azınlık da olsa belli bir kesim de insanın yeni bilim ve teknoloji vasıtasıyla bu dünyada cehennemi yaşayacağını iddia etmişlerdir. Hem ütopyalar hem de distopyalar (karşı ütopyalar) bunların örnekleri ile doludur.
Bu iki kesimin dışında karamsar olmakla birlikte bilim ve tekniğe ilke olarak karşı çıkmayan ancak bilim ve tekniği eski konumuna kavuşturmak çabasıyla kafa yoran, fikirler geliştiren düşünürler de göz ardı edilemez. Bu düşünürlerden önde gelenlerinden birisi olarak Amerikalı Lewis Mumford’u bu yazıda ele alacağız. O, klasik anlamda “bilim ve teknoloji vasıtasıyla yeryüzünde bir cennet kurma” iddiasında olanlar ile “bilim ve teknolojinin yeryüzünü cehenneme çevirdiği” iddiasında olanlar arasında bir ara yol tutarak bilim ve teknolojiyi yeniden geleneksel konumuna yani insânî ölçeğe nasıl kavuşturabileceğimizin imkânını tartışır.