Usûlün Derin Yapısı

İbrahim Halil Üçer

İbrahim Halil Üçer



Usûl denilince akla ilk önce onun, mevcut bilgilerden kalkarak yenilerine ulaşmanın bir yolu olduğu düşüncesi gelir. Böyle düşünülünce, yeni ve özgün bilgi üretimiyle ilgili herhangi bir krizden söz edildiğinde bu kriz, doğrudan doğruya usûlle ilgili bir şey olarak değerlendirilecektir. Çünkü bu düşünce çizgisine göre asıllar sâbit olduğuna göre, sorun bu asıllardan türetim yapmamızı sağlayan yollarla, yani usûlle ilgili olmalıdır; artık işlemeyen bir alet gibi eski usûllerin terk edilmesi ve bilgi üretimine dinamizm kazandırmak üzere yeni aletlerin, usûllerin keşfedilmesi gerekir. Bir açıdan haklı olsa da bu düşünce usûlün ne olduğuna ve yeni usûllerin nasıl ortaya çıktığına ilişkin bir idrâk zafiyeti barındırır. Bunun sebebi usûlün formel işleyişine odaklanıp, usûlün mahiyetiyle ve kuruluşuyla ilgili soruları ihmal etmesidir. Usûlün analiz, eleştiri, gözlem, deney, deneyim, tasnif, çıkarım, modelleme, genelleme mekanizmalarından örülü işleyiş perdesinin altında, bir usûlün şu ya da bu şekilde işlemesini sağlayan başka bir yapı bulunur. Bu yapının iki unsuru vardır: İdrâk eden özne ve asıl. Usûl, idrâk eden öznenin bir yandan aslı keşfetme, diğer yandan ise bu asılla irtibatlı bir şekilde gerçekliği kavrama, anlama, yorumlama, inşa etme yollarını ifade eder. Yeni bilgilerin yeni usûllerle ilişkili olduğunda şüphe yoktur, ancak bu doğrudan bir ilişki değildir. Usûl, idrâk eden öznenin asılla irtibatına bağlı bir şekilde ortaya çıktığından, yeni bir usûlün ortaya çıkışı ya asıldaki ya asılla irtibat cihetindeki ya da idrâk eden öznenin teorik ve pratik kabiliyetlerindeki bir değişimi gerektirir. Dolayısıyla hakiki anlamda yeni bilgi, usûlün görünen yüzündeki dönüşümlere değil, yeni usûllerin doğuşuna kaynaklık edecek şekilde asla ve idrâk eden özneye matuf sarsıcı dönüşümlere bağlı olarak ortaya çıkar. Yeni bilginin hakikiliğine dönük vurgu, o bilginin hayatı başka türlü değil de bu türlü yaşamamızın, gerçekliği başka türlü değil de bu türlü idrâk etmemizin esasında bulunduğuna ilişkin en derin farkındalığa işaret etmeyi amaçlar. Bu farkındalığın eşlik etmediği bir bilgi, itimat ve saygıdan mahrum olur; ne ciddiyetle üretilir ne de üretildiğinde gerçekten ciddiye alınır. Varsa ciddiye alındığı yerler, onlar da maddî varlığımızı devam ettirmenin asgari şartlarına tekabül eden beslenme, barınma, güvenlik gibi kaygılarla ilgili olabilir. Böylesi, hakiki anlamda yeni bilgi alanı, usûlle ilgili el yordamıyla yapılan yapay dönüşümlere değil; ancak idrâk eden ve eyleyen özne ile aslî gerçeklik arasındaki ilişkinin dönüşümüne bağlı bir şekilde ortaya çıkar. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun