Medeniyet Krizini Aşmak

Tahsin Görgün

Tahsin Görgün






Makalenin devamını okumak için Abone Olun







1.

Nerden başlayacağımıza, “bulunduğumuz yerden” cevabını verince nerede bulunduğumuzu belirlemek, sorunları tespit ederken de çözüm ararken de ön şart haline gelmektedir. Diğer taraftan muktezayı hale muvafık olmak, anlamlı sözün ön şartı olduğu için, hali kavramak, anlamlı bir söz söylemenin de ön şartı olmaktadır. Demek oluyor ki esas sorun, nasıl bir dünyada yaşadığımızla alakalı olarak taayyün etmektedir.

1.1 

Garip bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyanın garabeti kendisini iki cihetten gösteriyor: Bu durum bir taraftan dünyanın hakikat cihetinden/hakikate ve hakikat fikrine yabancı olmasıyla alakalıyken; diğer taraftan böylesi bir dünyada hakikatle irtibatlı olanların/hakikate/i kail olanların garip kalmasıyla alakalıdır. Garabetin hakikat ile irtibat üzerinden tezahür/taayyün etmesi, özellikle önemlidir. 

Bu garabet, dünyanın bazı özellikleri üzerinden daha kolay teşhis edilebilir. Nitekim bu dünyanın özelliği bir taraftan “dünyevî” olmasıyken; başka bir taraftan da sürekli kriz halinde olmasıdır. Dünyanın dünyevîliği, yakınlığını ifade eder. Dünyanın yakınlığı derken kastettiğimiz mükteseb olması, insanların kesblerinin tanzim ve tertibine dayanmasıdır. Böyle olduğu için de modern dünyanın varlık ilkesi, insan tecrübesinin tanzim ve tertibi kadar, bu tanzim ve tertibin bizzat kendisini de bir tecrübe alanı haline getirerek bu tecrübenin de tanzim ve tertibi olarak belirmektedir. Dünyanın dünyevîliği veya hayatın dünyevîleşmesi, yakın ve yakîn’e esas teşkil eden tecrübenin varlık ve bilgi ilkesi haline gelmesi demek olmaktadır. 

Tanzim ve tertibin tecrübî esası, tecrübeye kaynaklık edecek her şeyi, tecrübenin parçası haline getirerek organizasyonu bir varlık ilkesi kılmaktadır. Bu çerçevede merkeze tecrübe yerleşince tecrübenin kaynağından daha çok kendisinin ön plana çıkması; bu sayede görünüş ile gerçeklik, tarih ile efsane, matematik ile fizik arasındaki farkın ortadan kalkması mümkün olmaktadır.

Eğer bir tecrübeye esas teşkil ediyorsa, o zaman bir anlatıyla yaşanmış bir hadise arasındaki fark ortadan kalktığı gibi görünüş ile gerçeklik ayrımı da anlamsızlaşmaktadır. Mesele bir tecrübeye esas teşkil edip etmemesidir. Bir televizyon dizisi ile bir edebiyat eseri arasındaki fark, bu yolla buharlaştığı gibi, yaşanmış olanla sadece anlatılan arasında da esaslı bir fark kalmamaktadır. Mesele, anlatının veya görüntünün bir tecrübeye kaynak/sebep teşkil edip etmemesidir. Bütün edebiyat bilimi kadar film ve tiyatronun ötesinde bütün sanat alanının varlık zemini böylece ortaya çıkmakta; tecrübeye esas teşkil etme, meşruiyetin gerekli ve yeterli şartı haline gelmektedir/gelmiştir. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun