Kültürden Medeniyete

Ş. Teoman Duralı

Ş. Teoman Duralı



1

Medeniyet seviyesine erişebilmiş kültürlerde gelenekleşmiş örfler, ödev–hak dengesi gözetilerek sıkıca belirlenmiş düzenlere dönüştürülmüş, buradan da hukuk, dolayısıyla da kanunlar oluşturulmuştur. Hukukun ise, aslı esası ahlâktır: Geleneklere geçmiş göreneklerdeki ahlâk, yaptırım gücü bulunmayan yaşama tarzıdır. Bu hâliyle ahlâk devingen ve akışkandır. Hâlbuki özellikle yazıyla tesbitinden itibaren hukuk, sâbitleştirilmiş bir düzendir. Hukuköncesi dönemlerde kişiler, geleneklerle aktarılagelinmiş gevşek ölçülerle örülmüş göreneklerde yaşardı. Hukukun hâkim olduğu ortamlardaysa, kanun biçimine dönüştürülmüş hâliyle yine göreneklerde, fakat bu kere sıkıca belirlenmiş ölçülerin, daha doğrusu, zorlayıcı şartlar demek olan kıstasların gölgesinde yaşanır olmuştur. “Gölge”nin kapsamı artık besbelirgindir. Onun kapsamında, çerçevesinde yaşamanın mükâfatı “varolma ruhsatı”dır. Bunaysa “meşruluk” denir. Meşruluk hudutlarında kalındıkca, serbestce davranılabilinir –hak tanınmış şıklar arasında tercihte bulunulabilinir. Sözü edilen hudutlara tecâvüz edildiğindeyse, cezâ olayıyla karşılaşılır. Bu durumda da serbestlik ortadan kalkar. 

Tektanrılı–Vahiy dinine ve onun âşikâr ifadesi olan İslâma değin meşruluk, belirgin, insanüstü ve doğaötesi kaynaktan yoksun bulunduğundan, değişkenlik ile göreliliğe açıktı. Her kültür ile medeniyet çevresinin kendisine mahsus meşruluk kabulleri ile anlayışı vardı. Göreliliği aşan evrensel anlamda ahlâk ile hukuk bağlamındaki meşruluk ancak Allah varlığına ilişkin fikir çerçevesinde ortaya çıkmış ve ona dayalı olarak geçerliliğini sürdürmüştür. Bu noktadan hareketle, dinin iç ile dış hayatımızı yönlendirdiği kabulünü reddeden Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinin göreliliği aşan evrensel bağlamdaki meşruluktan yoksun olduğu mantık gereğidir.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun