“Teklif” Edilenle “Tâlip” Olunan Arasında Dindarlık ve Ahlâk

Hümeyra Özturan

Hümeyra Özturan



Din, dindarlık ve ahlâk ilişkisine dair tartışmaların, ülkemizde muhtelif vesilelerle tekrar tekrar gündeme geldiğini görmekteyiz. Bu tartışmalarda dindarlığın ahlâklı davranışlar üretmede etkili olup olmadığı, dindarların ahlâkî zafiyet gösterdiği, bazı örnekler üzerinden sorgulanıyor; buna karşılık dinî ilkelerin norm olarak kabul edilmediği toplumlardaki bireysel, siyasî ve toplumsal ahlâk sorunları, dinin etkisinin azalmış olmasıyla ilişkilendiriliyor. Ancak bağlamı ne olursa olsun, din ve ahlâk ilişkisine dair tartışmalar, iki uç söylemden birine savrulmakla malul olmaksızın yürütülemiyor gibi görünüyor. Bunlardan ilki ve belki de bugünlerde en popüler olanı, dinin işlevinin bütünüyle ahlâk olduğuna dair söylemdir. Bu söylemde dindarlığın esas gayesi, mükemmel bir ahlâkî şahsiyet inşa etmek olarak vurgulanır; din, ahlâkı düzeltmek üzere gelmiş olarak anlatılır ve ahlâktaki eksiklikler, dindeki eksikliklerle bağlantılı görülür. İbadetlerin gayesinin temelde ahlâkî oluşunun altı öyle çizilir ki, söz konusu ibadetleri gerçekleştirmeksizin birtakım ahlâkî niteliklere sahip olanlar, bu ibadetler hususunda hassasiyeti olup da ahlâkî açıdan zafiyet gösterenlere bir karşı argüman gibi sunulur, gayeyi gerçekleştirmiş olmanın, aracı faaliyetlerden önemli olduğu sürekli hissettirilir. 

Din-ahlâk ilişkisinin yoğunluğuna işaret etmekte şüphesiz yanlış bir şey yokken, bunu yaparken “dini ahlâka indirgemeye” savrulmamak ise ince bir dikkat gerektiriyor gibi. Rasulullah’ı[s.a.v.] sadece bir ahlâkî örnek, hadisleri tamamıyla bir ahlâkî tavsiyeler koleksiyonu, tüm emir ve yasaklarıyla dini, sadece ahlâkı olgunlaştırmayı hedeflemiş bir yapı olarak görmek, önce dinle sunulanı tam olarak görememeye, bir süre sonra da görülemeyeni yok saymaya, reddetmeye götürebilir.1 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun