Var Olmayan Nesnelere Dair Bilgimizin İmkânı: Bilgi–Zihin İlişkisi Üzerine

Muhammet Ali Koca

Muhammet Ali Koca



Üç sayısının tek olduğunu, üçgenin iç açılarının toplamının 180°’ye eşit olduğunu veya hem siyah hem beyaz bir kuğunun imkânsız olduğunu nasıl bilebilirim? Ya da bu tür bilgilerimin savaşçı birer varlık olarak hayal dünyamda ürettiğim sentorlara veya devamlı olarak nemflerin peşinden koşan bir varlık olarak tasarladığım satirlere dair inançlarımdan farklı olduğundan yani birinci türden inançlarımın herkes için geçerli ve doğru, ikincilerin ise sadece bana özgü ve benim kurguladığım gerçek dışı şeyler olduğundan nasıl emin olabilirim? Dikkat edilecek olursa burada seçtiğim her iki tür örnek de dışta var olmayan nesnelere dair hükümler içermektedir fakat işin garip tarafı birinci türden hükümler genel olarak gerçekliğinden ve doğruluğundan şüphe duyulmayan bilgiler olarak görülürken, ikinci türden hükümler bütünüyle gerçek dışı ve hayal ürünü olarak varsayılır. Acaba iki tür hüküm arasındaki hangi özellik, bahsini ettiğim karşıtlığı doğurmaktadır? Eğer birincisinin bilgi, diğerinin bilgi olmadığını düşünüyorsam –ki öyle düşünüyorum– dışta var olmayan şeylere dair bilgimin sahip olduğu hangi vasıf, onu yine dışta var olmayan fakat hayal ürünü olan bilişsel durumlardan ayırmaktadır? Nasıl oluyor da bu özellik birinci türden bilişsel durumlarımı doğru ve geçerli kıldığı halde ikinci türden olanları bütünüyle hayal ürününden ibaret bırakmaktadır?

Kanaatimce bu soruya cevap verebilmek için öncelikle bilgiyle ilgili herkesin uzlaştığı bir özelliği tespit etmekle başlayabilirim. Bilgi –en basit haliyle– bilen ile bilinen arasındaki bir “ilişki”yi (izafet/nispet) ifade ettiğine göre üzerinde herkesin uzlaşabileceği özellik olarak onun bilişsel bir ilişki olduğunu alabilirim. Her ne kadar bilginin bütünüyle böyle bir ilişkiye indirgenip indirgenemeyeceği tartışmalı olsa da “bir şeyi biliyorum” dediğim her durumda bilen bir özne olarak o şeyle bilişsel bir ilişki kurduğum su götürmez bir gerçektir. Bilen bir özne olarak bir şeyle bilişsel bir ilişki kurmam, o şeyin fiziksel veya bilişsel düzeyde bizden ve kendi dışındaki her şeyden ayrışmış bir “zât” olmasına bağlıdır. Burada “zât” olmakla bütün metafizik imalarından kat–ı nazarla bir şeyin kendine özgü ve kendisiyle bilişsel ilişki kurulabilecek bir yapıya sahip olmasını kastediyorum. Bilme eylemine konu yaptığım o şey, benden hiçbir yönden ayrışmamışsa veya benimle bütün yönlerden özdeşse onunla benim aramda bilişsel bir ilişki kurmanın imkânı kalmaz. Çünkü –ister fiziksel ister bilişsel olsun– bütün ilişki şekillerinde birbirinden ayrışmış en az iki taraf gereklidir ki bilişsel bir ilişki olması itibarıyla bilgide bu taraflar bilen ve bilinendir. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun