Fenomenolojik Bilgi

Habip Türker

Habip Türker



Bilgi, felsefenin çok erken dönemlerinde gündemine girmiştir. Ama her zaman varlığın korelasyonu olarak düşünülmüştür. Felsefe bir onto–teoloji olarak, varlığın ilk ilkelerine yönelik bir soruşturma biçiminde doğmuş, sonraları bu felsefe, ilk felsefe olarak adlandırılmıştır. Anaximandros’ta başlayan ama Ksenophanes, Herakleitos, Parmenides gibi büyük filozoflarda açık seçik hale gelen ilk felsefe, duyulur olmaktan ziyade düşünülür olanın bilgisi, böyle olmak itibarıyla saf aklın ilkelerine dayalı bir düşünce etkinliği olarak Platon, Aristoteles ve onların sonraki takipçilerinde bilimlerin bilimi, bilimlerin sultanı olarak görülmüştür. Dolayısıyla soruşturmanın physis’e yönelmesi bugün anladığımız anlamda doğa bilimsel bir soruşturma anlamına gelmemektedir. Aristoteles’te tekemmül ettirildiği şekliyle nedensellik bile aslında metafizik bir ilkedir. Klasik felsefede bilgi her zaman varlığın korelasyonu olarak değerlendirilmiş ve modern anlamda bir bilgi teorisi söz konusu olmamıştır. Zira modern felsefede varlık, bilginin bir korelasyonu olarak görülmüş, böylece bir ontoloji–epistemoloji ikilemi gelişmiştir. Varlık felsefesi varlığın nihai veya ilk ilkeleri üzerine bir soruşturma olduğu için, duyulurüstüne yönelik bir akletme faaliyeti olarak tebarüz etmiştir; bu bağlamda o, bilenin bilişsel kapasitesini, duyu yetisini merkeze almaz. Duymaktan ziyade akletmek, düşünmek esastır.  Bilgi teorisi ise doğrudan bizim duyulur yanımızı, bilişsel kapasitemizi ön plana çıkarır; yani burada duymak esastır ve akletmek duyulurun alan içindeki bağıntılarıyla mukayyettir.

Modern felsefe ile eskiçağ felsefesi arasındaki fark aslında duyulurla düşünülürün arasındaki farka paraleldir. Dikkat odağını haricî gerçeklikten, öznenin kendisine kaydıran modern felsefede bilgi teorisi, eskiçağda ilk felsefenin, yani metafiziğin oynadığı role denk bir rol oynamıştır. İlkin Descartes tarafından formüle edilen modern ide teorisinde ideler “dış gerçekliği” veya “zihinden bağımsız dünyayı” temsilen bizim üretimimizdir. Buna göre özne sadece kendisini, ürettiğini bilebilir. Bildiğimiz şey; inşa ettiğimiz, ürettiğimiz şeydir. Descartes’la başlayan bu yaklaşım, ikonik ifadesini Kant’ta bulmuştur. Descartes’ta ve erken modern felsefede savunulduğu şekliyle gerçekliğin temsilleri olarak ideler yerine Kant, Dekartçılığı daha da radikalleştirerek fenomen olarak nesnenin kendisini de öznenin üretimi saymıştır. Artık bilgi varlığa bir tekabüliyet durumu değil, tersine varlığın öznelliğimize bir tekabüliyetidir. Hem fenomenin üretimi hem de bilinmesi öznel bir faaliyettir. Hatta nedensellik metafizik bir ilke olmaktan çıkıp, öznenin anlama yetisine ait apriori bir kategori olmuştur. İlkin Hegel ve takipçilerinde, özellikle sol Hegelcilerde, bireysel öznenin kendisi de bir üretim, tarihsel–toplumsal öznenin ürettiği bir şey olmuş ve bilgi bununla karakterize edilmiştir. Sartre gibi varoluşçularda da öznenin inşası daha bireysel bağlamda düşünülmüştür. Buna göre özne, kendi kendisini inşa eder.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun