Bilgi Bir Tanımlama mı Yoksa Okuma mıdır?

Celal Türer

Celal Türer



Bilgiyi insânî varoluşun bir özelliği hatta insan olmayı gerçekleştirdiğimiz bir hadise olarak nitelendirilebiliriz. Bu husus bilginin üretim yoluyla hem insânîleşme faaliyetini sürdürdüğüne hem de kendi sorularını üreterek bilgi ağını genişleteceğine işaret eder. Başka bir ifadeyle bilgi, insanın varoluşta nitelemeler/sıfatlamalar/ayırt etmeler yapabildiği bir faaliyete diğer taraftan bunları bir beceri haline getirerek varoluşuna katabildiği, yani varlık olarak insanı değiştiren ve dönüştüren boyutuna gönderme yapar.  Ancak bilgiye dair hususların çeşitli zorlukları içerdiği de fark edilmelidir. Bunlardan ilki, bilginin her şeyi onunla belirlediğimiz ya da tanımladığımız bir husus olduğu için kendisini tanımlamanın oldukça zor oluşudur.  Buna ilaveten bilgiyi belirleme yolunda onu bilgi–olmayandan ayırmaya kalkıştığımızda, elimizde herhangi bir kıstasın olmayışıyla karşılaşırız.  Yine bilginin karşılaştıklarımız ya da yaşadıklarımıza dair bir temyiz ya da tefrik faaliyeti olduğunu düşünürsek; yaptığımız temyiz ve tefrikin itibari olduğunu; ayırt edebildiğimiz, vaz edebildiğimiz kadar inşa edilebileceğini fark ederiz. Diğer taraftan bilgi, algıladığımız hususun dış dünyada bir şeye tekabül ettiğine hükmetmemiz, yani tasdik etmemiz ya da onu gerekçelendirmemiz olarak ifade edilirse söz konusu gerekçelendirmeyi nasıl yaptığımızın sorun teşkil ettiğini de fark etmek gerekir. Bu fark edişin gerekçelendirmelerin değişebileceği ekseninde nihai bilgilere erişimimizi mümkün kılmayacağını da belirtmeliyiz. Yine hayatımızda bilgi türlerinden hangisinin değerli olacağına dair nasıl karar vereceğimiz hususunu da bir problem olarak göz önüne almak gerekir.  Nihayetinde bilgi bir belirleme ya da ayırt etme aşaması faaliyeti ise bu durumda istimal edilen bilgilerin varoluşu nasıl etkileyeceğini; açıkçası referans ve işaretleriyle nasıl bir dünya inşa edeceğini sorgulayabiliriz. Sözgelimi “öteki”, “mahalle baskısı” gibi vasıflamalar ya da Batı’nın ürettiği tüm belirlemelerin bizim varlığı nasıl anlayacağımızı; başta üretilen bilgiyi nasıl nesnel kılacağımızı ve kendi bilgilerimizi de bu kavramlar karşısında nasıl sağlam kılacağımızı düşünebiliriz. Tüm bu hususlar bilgiye dair mevcut antropolojik, psikolojik, sosyolojik açıklamaları aşan varoluşumuza dair en temel sorunlarla, yani kendilik bilincimizle ilgisini kurduğumuz ‘felsefî’ bir temellendirmeyi gerekli kılmaktadır.  




Makalenin devamını okumak için Abone Olun