Platon’un mağara metaforu basit, kurgusal ve çocukça gibi görülse de insanlık tarihinde hiç eskimeyecek, bundan sonraki asırlarda da anlatılacak ve yorumlamaları yapılacak bir metafordur. Zira insan, fâni–geçici, aldatıcı bir dünyanın içinde hayat süren fâni bir varlıktır. Sanat anlayışı, mağara anlatısından bağımsız olmayan Platon’a göre duyusal gerçeklik denilen şey idealar dünyasının kusurlu yanılsaması, gölgesi veya görüntüsüdür. Sanat denilen uğraşı, taklit; sanatçı ise taklidin taklidini veya yanılsamanın yanılsamasını (çifte yanılsama) yapan kişidir. İdeanın bir hakikat olduğunu ve bu hakikati bulmanın fikir çilesini çektiğini düşünen Platon’un varlık dünyasında da onun karşılığı olan devletinde de sanatçının varlığı çok gerekli değildir. Zira sanatçı, zihnin gücünden çok elin gücünü kullanan biridir. Oysa o, elin (duyunun) değil zihnin (ideanın) gücüne inanan biriydi. Ona göre sanatçılar, hakikate erişmekten çok hakikate erişmede “aldatma” veya “yanılsama” yoluyla engeller oluşturarak insanları hakikatten alıkoyan kişilerdir. Bir anlamda taklit, sanatın ve sanatçının ruhunun hakikatten uzak, kavrayışsız yanının sadık yoldaşıdır. Platon’un sanat ve sanatçı konusunda söylediği şeyler, sanatçılar ve sanatseverler için tahammülü zor olan sert şeyler olsa da “Sanat, taklit veya simülasyon değildir” demek çok mümkün değildir.