Sanat Hangi İdeali Esasa Almalı?

Ahmet Ayhan Çitil

Ahmet Ayhan Çitil



İster bir icra ister bir nesne olsun bir sanat eseri ile karşılaşmak, içinde bulunmak, içinden geçmek insanı etkiler. Bazen bizi sarsar, bazen çeşitli duygulara ve düşüncelere dalmamıza vesile olur. Kendimizi sonlu tecrübemizin sahnesinde öteye temas ederken bulabiliriz. Keyiflenebiliriz, acılara gark olabiliriz. Gözlerimiz üzüntüyle veya mutlulukla yaşarabilir. Sanatçı icrasında veya nesneyi inşasında bu etkileri oluşturmayı nasıl başarır? Her insan yukarıda sayılan etkileri yaşar mı? Bu açıdan sanat evrensel midir? Bu ve benzerleri içinden çıkılması güç bir sorunlar yumağı oluşturur. 

Bu sorulardan önemli ve çağımızda gittikçe daha fazla önem kazanan bir başkası da sanatın ahlâk tecrübesi ile nasıl ilişkilendiğidir. İnsanlık yeni bir konumlandırma arayışı içerisinde kendisine yeni bir dünya ya da dünyalar kurma arayışındayken sanat, insanları “başka”ya ve “yeni”ye alıştırmakta çok önemli işlevleri hâiz görünmektedir. Bu işlevler fark edildikçe sanatın sadece ahlâk ile değil siyasetle de yakın bağlar içerisinde olduğu fark edilir. 

Sanat insanı hayra sevk edebilir mi? İnsanı bağlayan empirik kayıtları aşabileceği bir tecrübe yaşatabilir mi? Bu vesile ile hayrın bu dünyada tahakkuk edebileceği ve insanların da buna vesile olabileceği umudunu verebilir mi?

Bu sorulara ümitvâr biçimde “evet” cevabını veren Alman felsefecisi Immanuel Kant, sanat ile ahlâk arasındaki ilişkiyi veciz bir biçimde ifade etmiştir: Güzel iyinin simgesidir! Bu ifadenin Kant düşüncesindeki arka planını ve içerimlerini açmak zahmetlidir. Biz bu yazıda bu çabaya girişmeyeceğiz.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun