Bilme Biçimi ve Anlamlandırma İmkânı Olarak Sanat

Oktay Taftalı

Oktay Taftalı



Aristoteles, daha Metafizikin girişinde, “Bütün insanlar doğaları gereği bilmek isterler” diyordu. İnsanın doğası nedir, nasıldır; ayrı bir tartışma ancak bilgi sadece insan için değil tüm canlılar için canlılık durumunu sürdürmenin öncelikli koşulu olsa gerek. Doğada canlılık durumunu sürdürmek zorundaki bitki, kökleriyle suyun istikametini, yapraklarıyla güneşin hareketini takip etmeyi bilir. Dağ keçisi hangi bitkinin zehirli olduğunu, göçmen kuş hangi rota üzre uçacağını, balık yumurtlayacağı resifleri, sincap uykuya yatacağı mevsimi bilir. Hatta doğada sadece insanın kaybolduğu yönünde bir eğretileme vardır. Hiçbir karınca yuvasını şaşırmaz, hiçbir arı yanlış peteğe konmaz, tilkinin yuvasını yitirdiği, adresini bulamadığı vâki değildir. Fakat insan, yeterli bilgiye sahip değilse hem doğada hem toplum içinde, hatta kendi içinde bile, kaybolabilir.

Burada diğer canlılara ilişkin sözü edilen bilme, insan bilgisinden ve insanın idrâk süreçlerinden farklı bir bilme biçimidir. Ama diğer canlılar için geçerli olan aynı ve benzer etmenler bakımından insan, bilgi sahibi olmazsa canlılık durumunu yitirmesi işten bile sayılmaz. Doğada suyun yerini, hangi bitkinin yenilebilir olduğunu, gitmesi gereken yön ve menzili, hangi mevsimin ne getirdiğini bilmeyen insanın hayatta kalması, ister geçmiş çağlarda isterse günümüzde, mümkün değildir. İnsanın bilinç düzeyinde soyutlamalar yaparak kavramsal bilgiye ulaşması, bilginin ilksel işlevi olan hayatta kalma çabasını unutturmuş olabilir. Ancak bugün ulaşılan kavramsal ve bilimsel bilginin amacının hayatı insan için daha mükemmel kılmak şeklinde tarif edilmesi, bilgi sayesinde canlılık durumunu sürdürme imkânının üst aşamasıdır. Dolayısıyla gündelik dilde sıkça karşılaşılan “bilginin hayatiyeti” söylemi, bir metafor değil bir zorunluluğun tanımıdır.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun