Her çağ kendisine damgasını vuran gelişmesiyle tanımlanır. Teknolojinin bütün biçimiyle kendisini gittikçe daha fazla hissettirdiği çağımız ise alışılagelen pratiklerin teknolojik âletlerin etkisiyle yeniden biçimlendiği bir çağ olmasından hareketle “teknoloji çağı” olarak tanımlanmayı hak ediyor. İnsanoğlu var olduğundan beri yaşamın teknik bir yönü söz konusuysa şayet, bugün içinde bulunduğumuz çağın niçin teknoloji çağı olarak andığımız önemli bir sorudur. Burada akla gelen en yakın cevap, Heidegger’in teknoloji ile teknik arasındaki ayrımıdır. Heidegger, bu ayrımı teknolojinin dünyayı yalnızca bir kaynak olarak görme biçimiyle insan varoluşunu dönüştüren bir güç olduğunu vurgulamak için yapmıştır. Teknik, insanın yaratıcı ve anlamlı bir şekilde dünyayı şekillendirme becerisini ifade ederken teknoloji, dünyayı sadece kullanılabilir bir kaynak olarak gören ve bu anlayışı dayatan bir sistemdir. Heidegger, teknolojiyi insanın dünyayla olan varoluşsal ilişkisini daraltan bir güç olarak ele alırken esasında işaret ettiği husus, teknolojik dünyayla ilişkimizde meydana getirdiği kriz ve krizin sistemsel boyutudur.
Bir kriz durumu olarak kendisini hissettiren teknoloji çağında etkileşim ortamını gözlemlemek, fenomenlerin sağlıklı bir muhakemesini yapmak ve onları doğru yorumlayabilmek olarak kritik, teknolojinin salt araçsal karakterinin dışında içinde geliştiği politik, toplumsal ve ekonomik yapılarını da betimlemekle olanaklıdır. Teknoloji çağında varoluşumuzu şekillendiren dinamikleri anlamak, yalnızca güncel teknik araçları betimlemekle sınırlı olmayan, aynı zamanda sosyoekonomik ve fenomenolojik bir incelemeyi de gerektiren bir meseledir.