Ahlâk üzerinde düşünürken ilk çağların sadeliğini hasretle anmamak mümkün değildir. O devir, yalnız tabiatın eliyle süslenmiş güzel bir kıyıdır: Her an biraz daha uzaklaştığımız bu kıyıya dönüp dönüp yeisle bakarız. Her işlerini Tanrıların gözü önünde yapmaktan zevk alan insanlar, o zaman kulübelerinde, tanrılarla birlikte yaşarlardı. Kötülükler başlayınca insanlar, bu rahat kaçıran seyircilerden usandılar ve onları heybetli mabetlere koyup kendilerinden uzaklaştırdılar. En sonunda Tanrıları bu mabetlerden de attılar ve içlerine kendileri yerleştiler. Daha doğrusu, Tanrıların mabetleri, vatandaşların evlerinden ayırt edilmez oldu. İşte o zaman ahlâk bozukluğu son haddine vardı. Kötülüklerin en ileri gittiği zaman onların, büyüklerin sarayları önünde mermer sütunlar üzerine dikildiği, Korinthos başlıklarına kazıldığı zaman olmuştur.
Hayatta rahatlıklar arttıkça, sanatlar ilerledikçe, lüks her tarafa yayıldıkça, mertlik bozuluyor; askerlik değerleri kayboluyor: Bu da yine, kapanık odalarda türeyen ilimlerin ve sanatların işidir. s. 34–35