İnsan tefekkürünün en ilginç konularından biri herhâlde tarihtir. Zira tarih adını verdiğimiz şeyin iki temel hususiyeti vardır. Birincisi, tarihin varlık tarzıdır. Buna göre hiç durmadan akan zamanda meydana gelen bir hadisenin bütünlüğü asla dış dünyada var olmayacağından tarih, varlığı sâbit olmayan bitişik nicelikler gibidir. Zamanın da zamanda olanın da bütünlüğünü kuran bizim idrâkimizdir. Dolayısıyla tarih, dış dünyada bir xnesne olarak bulunmaz. Zihnimiz, varlıkta eş zamanlı olarak bulunmayan, birbirini ardışık olarak takip eden, geçici ve müstakil mevcudiyetler gibi görünen anları yahut kesitleri birleştirir, bütünlüğe sahip olay, hadise ve süreçlere dönüştürür. Sonra da bu durum, bütünlüğü olayların yekpare tahakkukuna çevirir.
İkincisi ise tarihin tam olarak neyin tarihi olduğudur. Tarih deyince aklımıza doğrudan insan fertleri ya da topluluklarının geçmiş zamanda yaşadığı olaylar gelir. Bu olayları inceleyen bilim dalına tarih ilmi denirken; bu ilim kapsamında ele alınan eserlere de tarih eserleri denmektedir. Bazen bunların tamamına tarih adı verilir. Gerçi modern dönemde farklı gruptaki doğal nesnelerin hatta evrenin tarihi gibi araştırma alanları ortaya çıkmıştır. Fakat nesnesi her ne olursa olsun “bir şeyin tarihi” ifadesiyle tam olarak neyin kastedildiği cevaplanması epeyce güç ve ciddi bir sorudur. İlk bakışta bu soru sağduyuya aykırı ve yersiz görünür. Zira söz gelişi bir toplumun tarihini incelediğimizde zaman ve mekân belirleyerek meydana gelen olayları sebep–sonuç ilişkisi içinde tespit etmeyi amaçlarız. Bu açıdan bakıldığında eğer incelediğimiz konu mesela Türk toplumunun istiklâl tarihi ise pekâlâ ilgili zaman kesitinde yaşayan insanların belirli zaman ve mekânda meydana getirdikleri, söz konusu olay kapsamına giren yahut onunla ilişkili olan fiillerini sebep–sonuç ilişkileri çerçevesinde anlamaya çalışırız. Aslına bakılırsa bir tarihçi ulaşabildiği verilerin ve tahlil gücünün elverdiği ölçüde tam olarak bunu yapmaya çalışır. Evet, tarihçiler fiilen tarihçiliğin nasıl yapılabileceği yahut yapılması gerektiğiyle ilgili oldukça farklı bakış açıları geliştirmişlerdir lakin tüm farklı bakış açıları; olayı, olguyu yahut süreci nasıl okuyacağımız sorusuna verilen muhtelif cevaplar olmakla birbirinden ayrışırlar. Tarihçinin yaptığı işin unsurları, asıl itibarıyla belirli bir fert yahut toplum, belirli bir zaman ve mekân aralığı, sebep–sonuç ilişkilerinin çözümlenmesi gibi ana çerçeve bakımından birbirinden ayrışmaz.