Temeddün ve Hâkimiyet

Ömer Türker

Ömer Türker



Klasik dünyanın siyaset düşünürleri toplumsal bir varlık olarak insan hakkındaki tahlillere, insanın tabiatı gereği medenî olduğunu ilke kabul ederek başlar. Yazılı kaynakları Antik Yunan’a kadar uzanan bu ilkedeki medenî kelimesi, insan fertlerinin varlıklarını idame ettirmek için mutlaka bir iş birliğine ihtiyaç duyduğunu ifade eder. Buna göre insanlar ancak hemcinsleriyle yeterli hale gelebildiğinden, zorunlu ihtiyaçların karşılanması için farklı maharet ve meslek gruplarının dayanışması gerekir. İbn Sînâ’nın ifadesiyle: “Böylece birisi, diğeri için buğday üretir; öteki, beriki için ekmek yapar; birisi, diğeri için diker; öteki, beriki için iğne üretir. Böylece bir araya geldiklerinde işleri yeterli hale gelir.”1 Bu durum ister göçebe veya bedevî ister meskûn hayat formunda olsun sade veya ayrıntılı bir toplumsal hayatın inşa edilmesini sağlar. Küçük veya büyük ölçekli toplumsal hayatın inşâsı, bekleneceği üzere en geniş anlamıyla karşılıklı ilişkilerin düzenlendiği kuralları gerektirir. Çünkü ihtiyaçlarını karşılayarak hayatta kalma, arzu nesnelerine ulaşma ve bunu sürdürülebilir hale getirme amacıyla kurulan toplumsal vasat, bir arada yaşamanın yol açtığı sorunların önüne geçmek için töreler formunda yahut muntazam hukukî düzeni gerektiren kanunlar formunda yasaları gerektirir. 

Temel ihtiyaçların karşılanmasından ayrıntılı şekilde siyasî, iktisadi ve hukukî düzenlerin inşasına uzanan yelpazede toplumsal birliktelikler, oldukça farklı unsurları gerektirir. Sadece ihtiyaç, birbirinden oldukça farklı insanları bir araya getirmek ve onların birlikteliğini sürdürmek için yeterli değildir. İbn Haldun’un dediği gibi birliktelik, bir asabiye veya dayanışma ruhuna muhtaçtır. Yine asabiyeyi taşıyan topluluk, daima bir değer etrafında örgütlenerek hayatiyetini sürdürebilir. Bu sebeple Fârâbî’nin dediği gibi tüm içtimai düzenler; zaruri ihtiyaçların karşılanması, cismanî hazları aslî maksat haline getirecek derecede bayağılık, toplum içinde saygıdeğer bir konuma ulaşarak şeref elde etme, başka toplumlara karşı üstünlük, toplumun üyelerinin özgür ve eşitliğinin sağlanması veya insan aklının kemâle erip ebedi mutluluğa ulaşılması gibi birtakım değerler etrafında örgütlenir.2 Bu durum hem küçük ölçekli hem de büyük ölçekli topluluklar için geçerlidir. Fakat büyük ölçekli toplumsal düzenler, küçük ölçekli toplumsal düzenlerden farklı olarak birbirinden dil, din, kültür ve tarih bakımından oldukça farklı toplulukları bir araya getirir. Temeddün kelimesini kullanan klasik ahlâk ve siyaset kitapları, bu duruma dikkat çekmektedir. Nitekim Kınalızâde Ali Çelebi (ö. 979/1572) temeddün kelimesini bu çeşitlilik ve ayrıntıyı ifade edecek şekilde açıklar: “Birbirinden farklı insan grupları (taife) ve topluluklarının (ümmet) bir araya gelmesi, kaynaşması ve düzene girmesi.”3 Arapça kalıbında geçişsizlik, parça parça ve zorlamalı oluş anlamları bulunduğundan temeddün lafzı, söz konusu bir araya gelmenin parçalı ve zorlamalı gerçekleştiğini de tazammun eder. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun