“Allah işine galiptir ama insanların çoğu bunu bilmez.”
(Yusuf 12/111)
İslam dini, nazarî ve amelî olmak üzere iki temel boyuta sahiptir. Temel inanç esasları, nazarî boyutu oluştururken; bu inançların gereği olarak ortaya çıkan yaşam pratikleri, amelî boyutu oluşturur. Bu iki boyut, Hz. Peygamber’in hakikat bilgisine ve bu bilginin gereği olan uygulamalarına tekabül eder. Dolayısıyla İslam dindarlığının esas ve uygulamaları, bizzat Hz. Peygamber tarafından tespit ve temsil edilir. Hz. Peygamber’in hakikat bilgisi esas itibarıyla üç meseleyi ihtiva eder. Birincisi, Allah’a ilişkin bilgidir. İkincisi, genelde âlemin özelde insanın Allah’la irtibatına dair bilgidir. Üçüncüsü ise insanın akıbetine yani ahirete ilişkin bilgidir. Bilindiği üzere nebi kelimesi, insan için ihmal edilemez yahut ihmali tamamen insan aklına ve menfaatine aykırı olan bir durumu haber veren anlamına gelir. Allah’a, insanın ve âlemin anlam ve gayesine, nihayet insanın akıbetine dair haberler bigâne kalınamayacak önemi haiz olduğundan bir nebi olarak Hz. Muhammed[s.a.v.] insanlığa bu üç hususta bir tasdikler kümesini bildirmiş ve bunlara iman etmeye çağırmıştır. Hz. Peygamber’in bu çağrıyı yaptığı süre boyunca bir bütün olarak yaşantısı ise “Söz konusu esasların idrâki anlamında hakikat bilgisine sahip bir insan nasıl bir yaşam sürmelidir?” sorusunun cevabını oluşturur.
Kabaca ifade edilecek olursa; Hz. Muhammed’in[s.a.v.] haber verdiği idrâkler kümesi ile yaşantısı, onun çağırdığı din iken bir insanın söz konusu haberleri tasdik etmesi ve Hz. Peygamber’in haberlerinin uygulamaları olan yaşantısını kendi yaşamı için esas ve örnek kabul etmesi onun tebliğ ve tatbik ettiği dini benimsemek ve yaşamak anlamında tedeyyündür. Bu bağlamda tedeyyün, bir dini kabul etmek ve o dini vazeden şahsın inandığı ve yaşadığı gibi inanmaya ve yaşamaya çalışmak anlamına gelir. Bu anlamda din asıldır, tedeyyün ise birey veya toplumun şahsında o aslın bir uzantısı, taklidi veya yeniden inşasıdır.