Akademinin Peşine Düştüğü Büyük Sorular Bizim Sorularımız mı?

Ahmet Ayhan Çitil

Ahmet Ayhan Çitil



Bugün hâlâ etkisini hissettiren ortodoks (pozitivist) bilim anlayışı, öncelikle Hume ve Kant’ın, daha sonra da semantik gelenek olarak anılan ve dili felsefî faaliyetin merkezine yerleştiren bir grup düşünürün, metafiziksel olanı felsefî söylemden elemesi üzerine kuruludur. Bir başka deyişle metafiziksel önermeler, anlamsız veya bilimsel açıklamaya katkıda bulunmayan ifadeler olarak bilimsel söylemden dışlanmalıdırlar. 

Bilhassa 20. yüzyılın ortalarından itibaren etkisini daha çok hissettiren pragmatist bilim anlayışı ise metafiziğe karşı – ilk bakışta – ilkesel bir karşı çıkış içermiyor gibi görünmektedir. Bu anlayışa göre insanlığı bir arada tutma, konumlandırma ve yönlendirme konusunda bir işlev gördüğü ölçüde metafizik, kökten biçimde reddedilmemelidir. Ancak daha yakından bakıldığında pragmatizmin izin verdiği biçimiyle metafizik, hakikat iddiasından vazgeçmiş ve bilimlerin destekçisi olmanın ötesinde geçmeyen bir düşünce biçimine karşılık gelmektedir. 

Bilimsel düşünmeyi esasa alan ve metafiziği yukarıda anılan biçimlerde konumlandıran bu gelişmelerden hareketle (bir zamanlar klasik metafiziğin ilgi ve tartışma alanına giren) Tanrının varlığı, Tanrı – Evren ilişkisi, canın varlığı ve Tanrıyla bağı, özgür iradenin imkânı, İyi, Doğru, Güzel gibi terimlerin işaret ettiği şeylerin kendindeliği, bilinç sahibi bir varlığın fiziksel bir evrende var olabilmesinin tatmin edici bir açıklamasının verilmesi, bir temsilin nasıl olup da kendi dışında bir varlığa işaret edebildiği veya işaret etme bağıntısının kuruluşu, … gibi tema ve soruların insanlığın ilgi alanının dışında kaldığını söylemek pek mümkün görünmemektedir. 

Bahsedilen ilginin devam etmesinin bir nedeni insanların – önemlerine binaen – bu soruları sormaktan kendilerini alamamalarıdır. İnsanlar hayatta kalabilmek, doğal veya toplumsal tehditleri en aza indirmek, arzu ettikleri konfora ulaşabilmek vb. nedenlerle bilimlerin elde ettiği sonuçları, bu sonuçların mümkün kıldığı teknolojileri elbette değerli görmektedirler. Ancak bilim ve teknoloji, insanlara neyi sunarsa sunsun yukarıda anılan soruların cevaplarına ilişkin merakı tatmin etmekten çok uzak kalmaktadırlar. 

Yukarıda ifade edilen ilgiye, nazariyatla ilgilenen akademisyenlerin duydukları bir başka tür merak daha eşlik etmektedir. Hemen her bir bilim dalında bilimsel söylemin kuşatıcılığının dışında olmasa da sınırında yer alan bazı temalar ve nesneler bulunmaktadır. Matematik söz konusu olduğunda sayı veya küme, fizik söz konusu olduğunda kuvvet veya yer, biyoloji söz konusu olduğunda can veya canlı, psikoloji söz konusu olduğunda duyum veya algı, dilbilim söz konusu olduğunda işaret veya işaret etme, bu tür tema ve nesnelere karşılık gelmektedir. Bunlar, bilimsel faaliyete önceliği olan bir kavrayışa dayanıyor gözükmekte ve bilimsel söylemin içerisinde tam ve kuşatıcı bir açıklamaya kavuşamamaktadır. Dolayısıyla bu tür sınır tema ve nesnelere ilişkin soruların bilimlerin ulaştığı sonuçlardan hareketle cevaplanabilmesi pek mümkün görünmemektedir.

İnsanlığın bahsedilen metafiziksel sorularla ilgilenmelerinin bir diğer nedeni ise, başka bir tür meraktan kaynaklanmaktadır. İnsanlar, kendilerine bir sınırın varlığında söz edildiğinde neredeyse kaçınılmaz biçimde bu sınırların ötesini düşünme eğilimine girmektedirler. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun