Şüpheden Yakîne Seyr u Sülûk Muhakkıkın Tahkik Yolculuğu

Muhammed Bedirhan

Muhammed Bedirhan



Adına sonradan “tasavvuf” denilecek olan maneviyat hareketi, başlangıçta zühd ve amel eksenli bir dînî hayat formu olarak temayüz etmiş görünse de kısa sürede yalnızca bireysel ahlâk ve ibadet pratiği olmaktan çıkıp entelektüel ve epistemolojik ufukları da kuşatan bir yönelim hâline gelmiştir. Bu doğrultuda tasavvuf geleneği, çeşitli varlık, bilgi ve pratik alanlarında hakikate dâir bir arayışın ifadesidir. Özellikle sûfî adının belirginleştiği Hicrî III. asırdan itibaren bu gelenek, öncelikle dinî bilginin tahkikini, yani imanın ve amelin taklîdî seviyede kalmayıp tecrübe yoluyla sahihliğinin sınanmasını hedefler. Bu doğrultuda sûfîler, tasavvufu dinî hayat ve inanç alanındaki pratiğin, inancın ve bilginin kusur, zan ve şüpheden arındırılması için bir yöntem olarak geliştirdiler. Bu bağlamda tasavvuf yöntemi ile amelde sahih olan ihlaslı amelin, inançta sahih olan tevhidin ve bilgide de sahih olan yakînî bilginin hakikatine ulaşmayı hedefliyorlardı. Böylece tasavvuf geleneği, gerek naklî bilginin gerekse bu naklî kanalla intikal eden bilgiye dayalı geliştirilen aklî–dinî bilginin sağlamasının yapılmasında tasavvufu teorik ve pratik açıdan bir hakikate ulaşma metodu olarak görmüştür. Kısa süre sonra tasavvufa dayalı bu hakikate ulaşma yönteminin eşyanın hakikatine dâir bilginin elde edilmesinde ve hakikatin tezahürlerini temyizde de kullanma süreci başlar. Böylece sûfîlerin tasavvufu idrâki hakikatin doğrudan tecrübe edilmesi mertebesine taşıyan bir epistemik ve ontolojik yol olarak da geliştirdiğine şahit oluruz.

Bu çerçevede tahkik kavramı, tasavvuf geleneğinin hakikatin dolaysız tecrübesi yani tahakkuk sürecini ifade eden bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır ve hem sûfî pratiğin hem de nazarî irfanın anahtar kavramları arasında yer alan en merkezî terimlerindendir. Dolayısıyla bir tasavvuf terimi olarak tahkik, nassın anlaşılması ve yorumlanması ve manevî hayatın kemâliyle ilişkili dinî–amelî bir muhtevanın yanı sıra Tanrı, âlem ve insana dâir aklî–naklî ilkelere dayalı geliştirilen nazarî tüm bilgi ve pratik biçimlerini tetkik, tashih ve tadil süzgecinden geçirmeyi mümkün kılan yöntemdir. Böylelikle tasavvuf, salt bir manevî tecrübe yahut ahlâkî pratik değil, aynı zamanda epistemolojik bir disiplin, yani “amelde, inançta ve bilgide sahih olana nasıl ulaşılır?” sorusuna özgün bir cevap arayışı hâlini alır. Bu bağlamda tasavvufun merkezî arayışı, şu iki soruda ifadesini bulmaktadır:

1) Tasavvufta “tahkik” kavramı hangi anlam katmanlarını ihtiva eder ve bu kavram, tasavvufun epistemolojik iddiasını nasıl gerçekleştirir?

2) Tahkike ulaşmanın yolu nedir?




Makalenin devamını okumak için Abone Olun