Fenomenoloji ve İmaj Bilinci

Emre Şan

Emre Şan



Bugün estetiğin, çeşitli ve karmaşık panoramasına baktığımızda karşımızda felsefî bir paradoks buluruz. Modern kültürün sanat yapıtlarını ve sanatçıları kültür endüstrisinin birer parçası haline getirmesi sanatın bugün hâlâ sanat olup olmadığı sorusunu sormamıza neden olur.1 Günümüzde sanat ile gündelik yaşam arasındaki sınırların, çoğaltılabilirlik, yineleme ve tüketim yüzünden giderek ortadan kalkması bizi sanat yapıtının hakikati hakkında geçmişteki tartışmalara geri dönmeye sevk eder. Bu bağlamda, Hegel’in hipotezinde olduğu gibi sanatın görevini tamamlamış ve hakikatin kendini göstermesi olarak geçmişe ait olduğunu mu düşünmeliyiz? Gelgelelim sanat, tarihte hiç olmadığı kadar görünür; estetik, hiç olmadığı kadar yaşamlarımızı ve şehirlerimizi sarıp sarmalamış durumda; öyle ki sanat yapıtları hâlâ dünyaya başka türlü bakmamızı sağlarlar. Bu durumda ölen ve geçmişte kalan sanat değil, sanat ve felsefe arasında belli bir ilişki türüdür. Şu hâlde felsefenin sanatla kurduğu özel ilişkiyi nasıl yeniden düşünebiliriz? 

Fenomenoloji estetik deneyimin tüm önvarsayımlardan arındırılmış bir betimlemesini yapmayı hedefler. Ona göre İdenin bir sunumu olmayan ve kendisini imaj–sanattan başka türlü tanımlayan bir sanatsal üretimi ortaya koymamız gerekir. Bu minvalde öncelikle sanata, sanatsal yaratıma ve estetik duyguya idealist felsefe geleneğinden miras kalan yargıları ayraç içine almaya çalışır. Epokhe yöntemini sanat alanına da uygulayan fenomenoloji, anlam ufukları her seferinde farklı olan sanat biçimleri ile karşılaşmasında sanatsal ifade modalitelerinin çoğulluğundan itibaren estetik deneyimin soyut olmayan evrenselliğini düşünmeye girişir.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun