“Ölçebildiğini ölç, ölçemediğini ölçülebilir hâle getir!”
—Galileo Galilei
“Eskiden insanların kulaklarına fısıldardık ve onlar da inanırdı bizlere. Şimdi bizlere inançları kalmadı. Dünyaya inanıyorlar. Dünyaya inançlarını sağlamlaştırmak için de her şeyin görüntülerini yapıyorlar.”1
“Topraktaki değerli şeyleri kazmak, felaketi davet etmektir. Arınma günü yaklaştığında tüm gökyüzü örümcek ağlarıyla dolu olacaktır. Günün birinde gökyüzünden bir kap kül atılabilir ki, o küller toprağı yakıp, okyanusları kaynatacaktır…”2
Modernleşme, insanın kâinattaki “yerine” yönelik bir dönüşümün adıdır. Zemine ve insanın o zeminde kapladığı yere yönelik bir saldırının... Altından zemini çekilen insanın, bu yeni oynak zeminde ayakta kalma iştiyakının ortaya çıkardığı ve her alanda izlerini gösteren çıktıları vardır bu yeni dönüşümün.
İnsan, kadim dönemlerin eşref–i mahlûkat olan insanı değil bir “bireydir” artık. Nesnesi ile arasına bir tahakküm bağı kuran, nesneyi öznenin gücünün ve kullanım değerinin hizmetine veren bu ilişki biçimi insanlık tarihinde yenidir. Kâinattaki her nesneyi, Heidegger’in tabiriyle “öznenin bakışına” indirgeyen bir durum söz konusudur. Nesneler, “ne iseler o şekilde” varlık âlemine çıkmak yerine, ancak ve ancak öznenin “merkezi perspektifinde” anlam kazanacak bir yapıya bürünmektedirler. Modern bilim, teknoloji ve sömürü biçimlerinin hepsi, bu yeni ilişkileri ikame etmek için vardırlar. Felsefe bile, hikmet sevgisi ve arayışı olmaktan çıkıp, bilimin “rasyonalitesine” hizmet edecek bir kapıkuluna dönüşecektir hızla. Felsefeden bağımsızlıklarını ilan eden matematik, fen bilimleri, sosyal bilimler ve teknik, hızla devasa bir uzmanlık ağının “destekten yoksun” kiliseleri hâline dönüşecektir. Uzmanlaşma, bir yandan ortaya çıkan yeni insan ve toplum biçimleri için gerekli olan bilim ve teknolojinin vazgeçilmezi olarak kutsanacak, öte yandan kendi içine kapalılığı ile kontrolü mümkün olmayan bir çılgınlaşmanın tohumlarını atan bir vahşileşmeye dönüşecektir.